Zeytin ağacı… Kimi zaman bir şiirin kıyısında, kimi zaman bir savaşın ortasında yer alır. Dalı barışı, meyvesi bereketi simgeler. O, Akdeniz’in sessiz bilgesidir. Köklerini taşlara sarar, gövdesi zamana meydan okur, dallarında hem geçmişi hem geleceği taşır.
Anadolu’nun güneyinde, Ege’nin yamaçlarında, zeytin ağaçları binlerce yıldır oradadır. İnsan değişmiş, yönetimler değişmiş, sınırlar silinip yeniden çizilmiş… Ama o kalmıştır. Sabırla, sessizlikle ve bir bilge edasıyla. Onu görüp de “bu toprakların ruhu” dememek elde değildir.
Zeytin ağacının ömrü yüz yıllarla ölçülür. Öyle ki bazı ağaçlar vardır, yaşını hesaplayacak aletler yetersiz kalır. Bir zeytin ağacı ektiğinizde, aslında torunlarınıza bir gölge, bir miras bırakırsınız. Çünkü bu ağaç, hızlı büyüyenlerden değildir. Acele etmez. Ağır ağır kök salar, usul usul meyve verir. Ama bir başladığında, nesiller boyu meyvesini esirgemez.
Toprak yoksulsa bile, o yetinmeyi bilir. Kuraklıktan korkmaz, kayalıktan şikâyet etmez. Rüzgârı selamlar, güneşi dost bilir. Bu yüzden zeytin ağacı sadece bir tarım ürünü değildir; aynı zamanda direnişin, sadeliğin ve kanaatkârlığın sembolüdür.
Zeytin hasadı, tam bir topluluk işidir. Çocuklar, büyükler, nineler, dedeler… Herkesin eli değerse o yılın zeytinyağı da başka olur. Çünkü zeytin yalnızca dalda değil, insanın yüreğinde de yeşerir. O sofraya gelen bir dilim ekmeğin üzerine gezdirilen zeytinyağında, emeğin, doğanın ve zamanın kutsal bir ortaklığı vardır.
Bugün modern tarımın girdaplarında savrulurken, bazen yavaşlamayı, beklemeyi ve toprağa güvenmeyi unutuyoruz. Zeytin ağacı bize tam da bunu hatırlatır: Kök salmadan meyve verilmez. Sabretmeden bereket olmaz.
Eğer bir gün hayat seni çok yorduysa, bir zeytin ağacının gölgesine otur. Ne söylemese de seni anlayacaktır. Çünkü o da zamanın yorgunluğunu taşır dallarında. Ama hâlâ ayaktadır, hâlâ yeşildir. Ve hâlâ hayata tutunur, sessizce…