Tarımsal üretimin kimyasal yüzü
Türkiye, zengin iklim yapısı ve geniş tarım alanlarıyla dünyanın sayılı tarım ülkelerinden biri olarak biliniyor. Ancak bu güçlü potansiyelin arkasında giderek büyüyen bir dışa bağımlılık gerçeği yatıyor: zirai ilaç ithalatı. Pestisit, herbisit, fungisit gibi çeşitli kimyasal tarım ilaçları, verimliliği artırmak ve zararlılarla mücadele etmek amacıyla kullanılmakta; ancak bu ürünlerin büyük bölümü yurt dışından ithal ediliyor.
Tarımda sürdürülebilirlik, gıda güvenliği ve çevre sağlığı tartışmalarının merkezinde yer alan zirai ilaçlar, son yıllarda hem ithalat hacmi hem de ekonomik etkileri bakımından dikkat çekici bir artış göstermekte. Türkiye’nin bu alandaki dışa bağımlılığı yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda çevresel ve toplumsal bir mesele olarak da karşımıza çıkıyor.
İthalatın boyutu: Rakamların diliyle bağımlılık
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, Türkiye her yıl ortalama 300-350 milyon dolar civarında zirai ilaç ithal ediyor. Bu rakam, 2010’lu yılların başında 150 milyon dolar civarındaydı. Yani son on yılda ithalat miktarı neredeyse iki katına çıkmış durumda.
Bu artışın en önemli nedeni, Türkiye’deki tarımsal üretim yapısının giderek daha yoğun ve kimyasal girdilere dayalı hale gelmesi. Tarımsal üretimde birim alandan daha fazla verim elde etme çabası, çiftçileri yabancı menşeli ilaçlara yönlendiriyor. Bu durum, yerli üretimin sınırlı kalması ve araştırma-geliştirme yatırımlarının yetersizliğiyle birleşince ithalatı zorunlu hale getiriyor.
Özellikle Almanya, Fransa, İsviçre, Çin ve Hindistan gibi ülkeler, Türkiye’nin zirai ilaç tedarik zincirinde öne çıkıyor. Avrupa Birliği ülkeleri daha çok yüksek kaliteli ve lisanslı ürünlerde, Asya ülkeleri ise düşük maliyetli ham madde ve ara ürünlerde Türkiye’nin başlıca tedarikçileri konumunda.
2024 yılı itibarıyla Türkiye’nin zirai ilaç ithalatında kimyasal pestisitler yaklaşık %60’lık paya sahipken, biyoteknolojik veya biyolojik kökenli ilaçların oranı hâlâ %10’un altında kalıyor. Bu da Türkiye’nin hâlen klasik tarım kimyasallarına dayalı bir üretim modeli izlediğini gösteriyor.
Yerli üretim neden yeterli değil?
Türkiye’de zirai ilaç üretimi uzun yıllardır belirli bir kapasiteye sahip olsa da bu üretim genellikle ithal hammaddeye dayalı. Ülkede yaklaşık 30’un üzerinde aktif üretici firma bulunmasına rağmen, bunların büyük bölümü formülasyon aşamasında faaliyet gösteriyor; yani yurt dışından getirilen etken maddeleri karıştırarak son ürünü oluşturuyor.
Etken madde üretimi ise oldukça sınırlı. Çünkü bu alanda yüksek Ar-GE yatırımı, ileri kimya teknolojisi, çevresel standartlara uygun tesisler ve uzun lisans süreçleri gerekiyor. Bu da yerli üreticilerin rekabet gücünü azaltıyor.
Üstelik Türkiye, dünya ilaç devlerinin lisans ve patent korumaları nedeniyle birçok yeni nesil pestisit türünü kendi başına üretemiyor. Bu da yerli sanayinin gelişimini yavaşlatırken, ithalat bağımlılığını pekiştiriyor.
Tarım ilaçları sanayisi, kimya sektörünün alt kolu olarak görülse de çevresel riskleri ve yasal düzenlemeleri nedeniyle yeni yatırımcılar için cazip bir alan olmaktan uzak. Dolayısıyla, Türkiye’nin zirai ilaçta dışa bağımlılığı kısa vadede azaltmak oldukça zor görünüyor.
Ekonomik etkiler: Kur baskısı ve maliyet zinciri
Zirai ilaç ithalatı, yalnızca dış ticaret dengesine değil, tarım sektörünün genel maliyet yapısına da doğrudan etki ediyor. Döviz kurlarındaki artış, doğrudan ilaç fiyatlarına yansıyor. Örneğin, 2023-2024 döneminde dövizde yaşanan yükseliş, birçok pestisitin fiyatında %40-50 arasında artışa yol açtı.
Bu artış, çiftçinin üretim maliyetini yükselttiği gibi, nihai olarak tüketiciye de gıda fiyatları üzerinden yansıyor. Özellikle sebze-meyve üretiminde kullanılan zirai ilaçların maliyetindeki artış, tarım ürünlerinin piyasa fiyatlarını yukarı çekiyor.
Diğer yandan, bazı üreticiler yüksek fiyatlar nedeniyle ilaç kullanımını azaltma yoluna giderken, bu durum verim kaybı ve ürün kalitesinde düşüş riskini beraberinde getiriyor. Yani hem yüksek fiyat hem düşük üretim tuzağı, tarım sektörünün kırılgan yapısını daha da belirgin hale getiriyor.
Çevresel ve toplumsal sonuçlar
Zirai ilaç ithalatının artışı yalnızca ekonomik bir veri olarak değil, çevresel bir uyarı olarak da görülmeli. Türkiye’de pestisit kullanım miktarı her geçen yıl artıyor; bu da toprak, su ve hava kalitesi üzerinde ciddi etkiler yaratıyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2023 yılı pestisit denetim raporuna göre, bazı bölgelerde toprak ve yer altı sularında izin verilen maksimum kalıntı limitinin birkaç kat üzerine çıkan pestisit kalıntılarına rastlandı. Bu durum hem ekolojik dengeyi hem de halk sağlığını tehdit ediyor.
Ayrıca ithal edilen bazı pestisitlerin Avrupa Birliği’nde yasaklı veya kısıtlı ürünler arasında bulunması, dikkat çekici bir başka konu. Türkiye, bu noktada ithalat politikalarını daha sıkı denetlemek ve uluslararası standartlarla uyumlu hale getirmek zorunda.
Uzmanlar, biyolojik mücadele yöntemlerinin, doğal predatörlerin ve bitki bazlı biyopestisitlerin teşvik edilmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak bu alandaki Ar-GE faaliyetleri henüz başlangıç aşamasında.
Çözüm arayışları: Sürdürülebilir tarım için stratejik adımlar
Türkiye’nin zirai ilaç ithalatına bağımlılığını azaltmak için birkaç temel stratejik adım ön plana çıkıyor. Bunlardan ilki, yerli etken madde üretimini destekleyen teşvik mekanizmaları oluşturmak. Kimya sanayisine yönelik Ar-GE fonlarının artırılması, çevre dostu üretim tesisleri için vergi muafiyetleri sağlanması bu alandaki yatırımları hızlandırabilir.
İkinci olarak, biyolojik ve entegre zararlı yönetimi modellerinin yaygınlaştırılması gerekiyor. Bu yaklaşım, kimyasal ilaçlara olan bağımlılığı azaltarak hem maliyetleri düşürebilir hem de çevresel tahribatı önleyebilir.
Üçüncü adım ise, çiftçi eğitim programlarının güçlendirilmesi. Türkiye’de birçok üretici pestisitleri yanlış dozda veya yanlış zamanda uyguluyor; bu da hem ekonomik kayıp hem de çevresel zarar anlamına geliyor. Tarımsal yayım hizmetlerinin modernleştirilmesi, dijital tarım teknolojilerinin kullanılması ve kooperatif destekli bilinçlendirme kampanyaları büyük önem taşıyor.
Son olarak, ithalat denetimlerinin ve kayıt sistemlerinin dijitalleştirilmesi de önemli bir reform alanı. Hangi ürünün, hangi ülkeden, ne miktarda geldiğinin şeffaf biçimde izlenebilmesi, riskli kimyasalların kontrol altına alınmasını sağlayacaktır.
Sonuç: Bağımlılıktan stratejik üretime geçiş zamanı
Zirai ilaç ithalatı, Türkiye’nin tarımsal kalkınma vizyonunda görünmeyen ama belirleyici bir parametre haline gelmiştir. Tarımsal üretim zincirinin her halkasında etkisini hissettiren bu dışa bağımlılık, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik ve halk sağlığı açısından da kritik önemdedir.
Türkiye’nin hedefi, sadece üretimde değil, üretimi destekleyen girdilerde de kendi kendine yeten bir ülke olabilmek olmalıdır. Bu da ancak uzun vadeli Ar-GE yatırımları, çevreyle uyumlu politikalar ve güçlü bir sanayi altyapısı ile mümkündür.
Zirai ilaçta dışa bağımlılığı azaltmak, sadece ekonomik bir gereklilik değil; aynı zamanda ülkenin gıda egemenliğini, çevre güvenliğini ve kırsal kalkınmasını korumak adına stratejik bir zorunluluktur.
