Türkiye’de engelli bireylerin istihdamı, sosyal devlet anlayışının en önemli göstergelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Engellilerin toplumsal yaşama eşit şekilde katılabilmesi, yalnızca bireysel bir hak değil, aynı zamanda toplumsal refahın da bir gereğidir. Ancak bu alanda atılan adımlar, hâlâ hedeflenen düzeye ulaşmış değil. İş gücü piyasasında engelli bireylerin karşılaştığı yapısal engeller, işverenlerin önyargıları ve yetersiz istihdam politikaları, sorunun temel eksenini oluşturuyor. Bu durum hem bireysel potansiyellerin değerlendirilememesine hem de ülke ekonomisinin verimlilik kaybına yol açıyor.
Engelli İstihdamında Mevcut Durum
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) ve İŞKUR’un verilerine göre, engelli bireylerin iş gücüne katılım oranı genel nüfusa göre oldukça düşük seviyelerde seyrediyor. 2025 yılı itibarıyla çalışma çağındaki engelli nüfusun yaklaşık yüzde 20’si aktif olarak iş gücüne katılabiliyor. Bu oran, OECD ülkeleri ortalamasının yarısına dahi ulaşamıyor. Kamu kurumlarında engelli istihdamı son yıllarda artış göstermiş olsa da özel sektör hâlâ beklenen sorumluluğu yeterince üstlenebilmiş değil.
Kamu kurumlarında engelli kadroları belirli oranlarda zorunlu tutulsa da (genellikle yüzde 3 civarında), özel sektör için bu zorunluluk oranı yüzde 2 seviyesinde kalıyor. Bu kotalar, kâğıt üzerinde olumlu görünse de uygulamada önemli sorunlar var. İşverenler çoğu zaman bu kadroları “mevzuat gereği doldurulması gereken boşluklar” olarak görüyor, engellilerin gerçek anlamda üretim sürecine katılımını teşvik edecek iş ortamları yaratmakta yetersiz kalıyor. Bazı işletmeler, engelli personeli yalnızca sembolik olarak işe alıp, aktif görev vermemeyi tercih ediyor. Böylece istihdam rakamları yüksek görünürken, üretim katkısı sınırlı kalıyor.
Eğitim ve Erişim: İstihdamın İki Temel Ayağı
Engelli istihdamının önündeki en büyük engellerden biri eğitim ve erişim eksikliğidir. Engelli bireylerin önemli bir kısmı, fiziksel, sosyal ya da ekonomik nedenlerle nitelikli eğitim imkanlarına erişemiyor. Bu durum, iş gücü piyasasında vasıf uyumsuzluğunu derinleştiriyor. Özellikle görme, işitme veya ortopedik engeli olan bireyler için iş yerlerinin erişilebilir hale getirilmemesi, istihdamın önünde fiili bir bariyer oluşturuyor.
Bugün Türkiye’de birçok iş yeri hâlâ engelli erişimine uygun değil. Rampa, asansör, görsel-işitsel uyarı sistemleri gibi fiziksel düzenlemeler sınırlı sayıda işletmede mevcut. Bu durum hem istihdam sürecinde hem de çalışma hayatında engelli bireylerin dışlanmasına neden oluyor. Öte yandan, eğitim kurumlarında erişilebilirlik standartlarının geliştirilmesi ve mesleki eğitim programlarının engellilere uygun hale getirilmesi, uzun vadeli çözüm için temel öneme sahip.
İŞKUR ve Kamu Politikalarının Rolü
Türkiye’de engelli istihdamını teşvik eden en önemli kurumsal aktörlerden biri Türkiye İş Kurumu’dur (İŞKUR). Kurum hem kamu hem de özel sektörde engelli kontenjanlarının doldurulmasını sağlamakta ve çeşitli hibe, mesleki eğitim ve istihdam teşvik programları yürütmektedir. Engelli girişimcilere yönelik hibe destekleri, son yıllarda dikkat çeken uygulamalardan biridir. Bu destekler, engelli bireylerin yalnızca işçi değil, işveren olarak da üretim zincirine katılmasını hedefliyor.
Ancak, İŞKUR’un çabalarına rağmen engelli istihdamı hâlâ yapısal bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Bunun temel nedeni, istihdam politikalarının çoğu zaman “nicelik” odaklı olmasıdır. Oysa istihdamın kalitesi — yani engellilerin nitelikli, sürdürülebilir ve onurlu işlerde çalışması — en az sayısal artış kadar önemlidir. Engelli bireylerin geçici, düşük ücretli veya marjinal işlerde istihdam edilmesi, gerçek bir toplumsal katılımı sağlayamıyor.
Toplumsal Algı ve Farkındalık Sorunu
Engelli istihdamının önündeki görünmez engellerden biri de toplumsal algıdır. Türkiye’de hâlâ engelliliğe “yardım edilmesi gereken bir durum” olarak bakan geleneksel bir anlayış baskındır. Bu anlayış, engelli bireylerin ekonomik hayata aktif katkı sağlayabileceği fikrini ikinci plana itiyor. Oysa engellilik, bir eksiklik değil, farklı bir yeterlilik biçimidir. Teknoloji çağında, dijitalleşmenin sunduğu imkanlar sayesinde birçok engelli birey, evden çalışma, dijital tasarım, yazılım geliştirme veya danışmanlık gibi alanlarda yüksek performans gösterebiliyor. Bu alanlara yönelik teşvikler hem ekonomik hem de sosyal açıdan dönüşüm yaratma potansiyeline sahiptir.
Geleceğe Bakış: Kapsayıcı Bir İstihdam Modeli Mümkün mü?
Türkiye’nin engelli istihdamında gerçek bir sıçrama yaratabilmesi için üç temel politika alanına odaklanması gerekiyor: erişilebilirlik, eğitim ve farkındalık. Öncelikle, her iş yerinin fiziksel ve dijital erişilebilirliği zorunlu hale getirilmeli, kamu denetimleri bu konuda daha etkin yapılmalıdır. İkinci olarak, engelli bireylerin eğitim süreçleri erken yaşta desteklenmeli; özel mesleki eğitim programları, dijital beceriler ve uzaktan çalışma olanakları artırılmalıdır. Üçüncü olarak ise, toplumsal farkındalık kampanyaları aracılığıyla işverenlerin ve toplumun engellilere bakışı dönüştürülmelidir.
Ayrıca, engelli istihdamını yalnızca sosyal sorumluluk çerçevesinde değil, ekonomik bir yatırım olarak görmek gerekir. Engelli bireylerin üretim süreçlerine katılımı hem iş gücü piyasasını çeşitlendirir hem de yenilikçi düşünme biçimlerini teşvik eder. Nitelikli iş gücüne erişim sıkıntısının yaşandığı günümüzde, engelli bireylerin yeteneklerinden faydalanmak, ülke ekonomisinin sürdürülebilir büyümesine katkı sağlayabilir.
Sonuç: Eşitlik, Katılım ve Onurlu Yaşam Hakkı
Engelli istihdamı, bir ülkenin sosyal adalet anlayışının turnusol kâğıdıdır. Türkiye’nin bu alanda kat ettiği mesafe önemli olsa da hedefe ulaşmak için daha bütüncül bir yaklaşım gerekiyor. Engelli bireylerin istihdamı yalnızca bir yasal yükümlülük değil, insan onuruna saygının bir gereğidir. Her bireyin üretim sürecine katılabildiği, değer gördüğü ve potansiyelini ortaya koyabildiği bir Türkiye hem daha güçlü bir ekonomi hem de daha adil bir toplum anlamına gelir. Bu hedefe ulaşmak, yalnızca devletin değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğudur.
