Tarım sektörü, sadece üretim değil aynı zamanda stratejik bağımsızlık açısından da hayati öneme sahip bir alandır. Türkiye gibi geniş tarım potansiyeline sahip bir ülkede, gıda güvenliğinin ve kırsal kalkınmanın temel taşlarından biri de tohumculuktur. Son yıllarda yerli tohum üretimine yönelik atılan adımlar, özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde bile tarımın güçlü ve planlı bir yapıya kavuştuğunu gösteriyor. İstanbul İl Tarım ve Orman Müdürü Suat Parıldar’ın son açıklamaları, bu dönüşümün önemli bir göstergesi olarak öne çıkıyor. Ancak sadece yerli tohum üretimine odaklanmak yeterli değil; tohum ithalatı, maliyetler ve dışa bağımlılık gibi temel sorunlar da göz önünde bulundurulmalı.
YERLİ TOHUMDA YÜZDE 80’E ULAŞILDI
Suat Parıldar, 2023 yılında çiftçilere dağıtılan tohumların yüzde 80’inin yerli üretim olduğunu belirterek, bu oranla İstanbul’daki tarım altyapısının ne denli güçlendiğine işaret etti. Ayçiçeği gibi stratejik ürünlerde bile artık milli çeşitlerin öne çıktığını vurgulayan Parıldar, bu yıl da yerli üretim tohumların dağıtımının sürdüğünü ifade etti. Bu gelişme, yıllardır süren ithalata dayalı tarım modelinden yavaş yavaş uzaklaşıldığını gösteriyor. Yerli tohumun yaygınlaşması yalnızca üretim maliyetlerini düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda ülkenin gıda egemenliği açısından da kritik bir adım anlamına geliyor.
Ancak burada önemli bir ayrım yapmak gerekiyor: Yerli tohum üretiminin artması, tohum ihtiyacının tamamen yurt içinde karşılandığı anlamına gelmiyor. Türkiye hâlâ bazı ürünlerde yüksek oranda tohum ithalatına bağımlı. Özellikle hibrit sebze tohumlarında ve bazı yem bitkilerinde dışa bağımlılık devam ediyor. TÜİK verilerine göre, 2023 yılında Türkiye’nin tohum ithalatı yaklaşık 250 milyon dolar civarındaydı. Bu durum, dış ticaret açığını büyütmese de üretici açısından ciddi bir maliyet unsuru olarak ortaya çıkıyor.
TOHUM İTHALATI VE MALİYET BASKISI
Tohum ithalatı yalnızca ekonomik bir kalem değil, aynı zamanda üretici üzerinde doğrudan bir baskı unsuru. İthal tohumlar çoğunlukla dövize bağlı fiyatlarla piyasaya sunuluyor. Kur dalgalanmalarının yoğun olduğu dönemlerde, ithal tohum fiyatları birkaç ay içinde ciddi oranlarda artış gösterebiliyor. Bu durum hem üreticinin planlama yapmasını zorlaştırıyor hem de nihai tüketiciye ulaşan gıda ürünlerinin fiyatını doğrudan etkiliyor. Örneğin; domates, biber, salatalık gibi ürünlerde kullanılan ithal hibrit tohumların fiyatı 2024 yılında bir önceki yıla göre ortalama yüzde 35 zamlandı. Bu artışın arkasında döviz kuru etkisi, nakliye maliyetleri ve küresel arz-talep dengesizlikleri bulunuyor.
Birçok çiftçi, yerli ve milli tohumlara geçişin maliyet avantajı sağladığını belirtiyor. Yerli tohum, sadece temin kolaylığı değil aynı zamanda adaptasyon avantajı da sunuyor. İklime, toprağa ve bölgesel hastalıklara daha dayanıklı olan yerli tohumlar, dışarıdan getirilen çeşitlere kıyasla daha sürdürülebilir üretim sağlıyor. Ancak bu noktada da dikkatli olunması gerekiyor. Tohum üretimi, sadece toprakta değil; aynı zamanda laboratuvar, araştırma-geliştirme ve sertifikasyon süreçlerinde uzmanlık gerektiren bir alan. Yerli üretimin artması, bu alanlara yapılacak yatırım ve kamusal destekle doğrudan bağlantılı.
PLANLI ÜRETİM, DESTEKLER VE TARIMIN GELECEĞİ
İstanbul İl Tarım ve Orman Müdürü Suat Parıldar’ın vurguladığı bir diğer önemli başlık da planlı üretim ve su temelli tarım modeli oldu. Parıldar’a göre, üretimin planlı yapılması sayesinde çiftçiler daha fazla destek alabiliyor. Planlı tarım kapsamında, su kaynakları merkeze alınarak hangi bölgede hangi ürünün ekileceği önceden belirleniyor. Bu sistem hem su israfını önlüyor hem de verimliliği artırıyor. Ayrıca bu üretim modeli, devlet desteklerinin daha etkin kullanılmasına da imkân tanıyor. 2024 yılında planlı üretime geçen çiftçiler, önceki yıllara göre yaklaşık iki kat daha fazla destekleme ödemesi aldı.
İstanbul gibi bir metropolde bile tarımsal üretimin canlı tutulması, su yönetimi ve yerli tohum politikalarıyla mümkün hale geliyor. Kırsaldan kopuşun hızlandığı bir dönemde, bu tür uygulamalar çiftçiyi üretimde tutmak için hayati öneme sahip. Yerli tohumla üretim yapan, suyu verimli kullanan ve planlı üretim modeline dahil olan üreticiler hem kendi kazançlarını artırıyor hem de ülke ekonomisine katkı sunuyor. Özellikle genç çiftçilerin bu sisteme entegre edilmesi, tarımın geleceği açısından belirleyici olacaktır.
SONUÇ: TOHUM POLİTİKASINDA STRATEJİK DERİNLİK ŞART
Yerli tohumda ulaşılan yüzde 80 oranı elbette önemli bir başarı. Ancak bu başarıyı kalıcı kılmak için tohumculuk sektörünün daha geniş bir stratejik çerçevede ele alınması gerekiyor. Tohum ithalatı hâlâ önemli bir maliyet kalemi olarak duruyor ve bu durum, üreticiyi kur riskine açık hale getiriyor. Dolayısıyla yerli üretimi destekleyecek Ar-GE yatırımlarının artırılması, genç girişimcilere yönelik teşviklerin çoğaltılması ve çiftçilerin bilgiye erişiminin sağlanması büyük önem taşıyor.
Tarımda millileşme sadece siyasi bir söylem değil; aynı zamanda ekonomik bağımsızlığın ve sürdürülebilirliğin bir gereğidir. Türkiye, iklim krizinin etkileri altında üretim yaparken, tohum politikalarını da bu çerçevede yeniden şekillendirmek zorundadır. Yerli tohumun yaygınlaştırılması, sadece İstanbul’da değil, ülkenin dört bir yanında üreticinin geleceğini güvence altına alacak bir adımdır. Planlı üretim, doğru destekleme mekanizmaları ve su odaklı tarım modeliyle bu hedefe ulaşmak mümkündür.