Günümüz dünyasında bir gerçeği artık görmezden gelmek mümkün değil: Zengin daha zenginleşiyor, yoksul ise sadece yoksullaşmıyor, aynı zamanda umutsuzlaşıyor. Servet piramidinin tepesindeki yüzde 1, insanlığın paylaştığı pastanın büyük kısmını dilimlemeye devam ederken, geri kalan 99’unun ise kırıntılar için kavga verdiği bir çağda yaşıyoruz. Üstelik bu kavga sadece ekmek kavgası değil; demokrasi, güven, aidiyet ve hatta insanlık kavgası hâline gelmiş durumda.
İşte tam da bu nedenle, dünyanın önde gelen ekonomistleri – aralarında Nobel ödüllü isimler, IMF ve Dünya Bankası’nın eski yöneticileri ve ABD’nin eski Hazine Bakanı Janet Yellen gibi figürler var – hükümetlere yeni bir öneri sunuyor: Uluslararası Eşitsizlik Paneli.
IPCC’nin iklim krizine ışık tuttuğu gibi, eşitsizlik krizine ışık tutacak bir yapı. Raporun başında da şu tespit var: “İklim ve eşitsizlik, çağımızın ikiz acil durumlarıdır.” Buradaki vurgu önemli çünkü mesele sadece ekonomik bir sorun değil; toplumsal, siyasal ve tarihi boyutları olan, çözülmediğinde domino etkisiyle her şeyi sarsabilecek bir krizden söz ediyoruz.
41’e 1: Servetin Yeni Matematiği
Rakamlar, bir yazarı ister istemez acı bir ironinin içine atıyor. 2000–2024 arasında yaratılan tüm yeni servetin yüzde 41’i yalnızca en zengin yüzde 1’in eline geçti. Yani dünyada her 100 dolar kazanç yaratılıyorsa bunun 41 doları, 1 kişiye gidiyor. Geri kalan 99 kişi ise 59 doları paylaşmaya çalışıyor.
İşte bu yüzden, “zengin ile yoksul arasındaki makas açılıyor” demek artık yetersiz. Mesele artık makas değil; büyüyen bir uçurum, hatta çökme riski taşıyan bir zemin.
Aynı rapora göre bugün dünya çapında 2,3 milyar insan düzenli olarak öğün atlıyor. 2019’dan bu yana bu tabloya 335 milyon kişi daha eklendi. Bu, bir ülkenin değil, bir kıtanın nüfusu demek. Üstelik bu açlık, kıtlık veya savaş nedeniyle değil; ekonomik kararlar, politik tercihler ve küresel sistemin işleyişi nedeniyle ortaya çıkıyor.
Güç yoğunlaşması: Servet, siyaseti zehirliyor
Mektuba imza atan uzmanların en kritik uyarılarından biri şu: Aşırı servet, sadece mal ve para biriktirmek anlamına gelmiyor; siyasal güç biriktirmek anlamına geliyor. Ve bu güç, demokratik olmayacak şekilde kullanılmaya başlandığında, toplumda güven duygusunu yok ediyor.
Bir diğer ifade ile, eşitsizlik sadece ekonomik adaletsizlik değil; aynı zamanda demokratik yapıları içten içe çürüten bir toksin. Büyük servet sahiplerinin medya, siyaset, akademi ve uluslararası kuruluşlar üzerinde nüfuz kurduğu bir sistemde halkın oy vermesi, “yetkin yurttaş iradesi” olmaktan çıkıp “gölge güce uyum sağlama refleksi”ne dönüşüyor.
Eşitsizliğin ekonomi politiği tam da burada ortaya çıkıyor: Sermaye birikimi sadece ekonomik bir faktör değil; iktidarın kimde olacağını, kimin konuşacağını, kimin susacağını da belirliyor.
Güney Afrika: En eşitsiz ülke, eşitsizliği gündeme taşıyor
G20 zirvesine ev sahipliği yapacak Güney Afrika, Dünya Bankası’na göre dünyanın en eşitsiz ülkesi. Belki de bu nedenle, zirvede küresel eşitsizliği ana gündem maddesi yapmaya kararlı. Bu aslında ilginç ve önemli bir çelişki: En eşitsiz ülke, eşitsizliğe karşı küresel bir çağrı yapıyor.
Bu durum, dünyanın geri kalanına da şu mesajı veriyor:
“Eşitsizliği artık sadece verilerle değil, bir kriz olarak konuşmalıyız.”
Fakat şunu da soralım: G20 gibi küresel güçlerin masasında eşitsizlik gerçekten çözüm aranan bir sorun mu, yoksa “konuşulması gereken zorunlu bir konu” olmanın ötesine geçemeyecek mi?
Bu sorunun yanıtı, Uluslararası Eşitsizlik Paneli gibi bağımsız platformların kurulup kurulmayacağıyla doğrudan ilgili.
Eşitsizlik niçin çözülmüyor?
Ekonomik mekanizmalar eşitsizliği azaltmak üzere kurulmuş değildir. Tam tersine, verimlilik ve sermaye birikimi mantığı çoğu zaman eşitsizliği sistematik olarak üretir. Emeğin küresel ölçekte pazarlık gücü azalırken, sermayenin sınırları aşma kabiliyeti artıyor. Vergi sistemleri zenginlerin lehine yeniden yapılandırılırken, sosyal devlet fonksiyonları zayıflıyor.
Kısacası devlet, sermayenin refah aracısı olurken toplumun refah güvencesi olma rolünü giderek kaybediyor.
Bu yüzden de Joseph Stiglitz gibi isimlerin “Eşitsizlik artık sadece ahlaki bir sorun değil, ekonomik bir başarısızlıktır” demesi boşuna değil.
Yeni bir IPCC mümkün mü?
IPCC’nin iklim krizinde yarattığı fark, eşitsizlik konusunda da yaratılabilir mi?
Eğer Uluslararası Eşitsizlik Paneli kurulur ve hükümetler tarafından dikkate alınırsa, belki de ilk kez küresel eşitsizlik bilimsel, bağımsız ve sistematik bir çerçeveye oturacak. Devletler yalnızca ekonomiyi değil, toplumsal yapıyı da ölçmek zorunda kalacak.
Bu panelin yokluğunda ise eşitsizlik, bugünkü gibi yalnızca haberlerde yer alan dramatik istatistiklerden ibaret kalacak.
Son söz: Bu çağrı sadece liderlere değil, toplumlara
Eşitsizlikle mücadele, sadece asgari ücreti artırmak ya da yardımları büyütmekle çözülecek bir mevzu değil. Küresel tedarik zincirinden vergilendirme politikalarına, dijital ekonomiden iklim değişikliğine kadar birçok alanda yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Yeni bir ahlaki ve iktisadi sözleşme olmadan ne açlık çözülebilir ne demokrasi ayakta kalır.
Bu yüzden bugün Stiglitz ve diğer imzacıların çağrısı, aslında tüm dünya toplumlarına yapılmış bir çağrıdır:
“Eşitsizliği kader gibi kabul etmeyin, çünkü bu kader değil; tasarlanmış bir sonuçtur.”
Ve eğer sonuçlar tasarlanabiliyorsa, yeniden tasarlanabilir.
Eşitsizlik artık sadece rakamlarla konuşulacak bir veri seti değil; siyasal bir meydan okuma, ekonomik bir uyarı ve insani bir sınavdır. Bu sınavdan geçmek de ancak birlikte mümkün olacak.
