İki yıl önce, 7 Ekim 2023 sabahı, Ortadoğu haritası bir kez daha kanla çizildi. O sabah Hamas’ın İsrail’e başlattığı “Aksa Tufanı” saldırısı, sadece iki ülke arasında değil, tüm bölgeyi sarsacak bir zincirleme reaksiyonun başlangıcı oldu. Binlerce roketin İsrail semalarına düştüğü, yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği, onlarcasının rehin alındığı o gün, aslında iki halk için de geri dönüşü zor bir dönemin miladıydı. Bugün, savaşın ikinci yılında, geriye bakıldığında yaşananlar sadece bir askeri çatışmanın değil; insanlık, hukuk, diplomasi ve vicdanın büyük bir sınavının hikâyesidir.
Aksa Tufanı ve Gazze’nin Kuşatılması
7 Ekim sabahı başlayan saldırılar, İsrail için modern tarihindeki en sarsıcı güvenlik zaaflarından biri olarak nitelendirildi. Hamas’ın binlerce savaşçısı, sınır duvarlarını aşarak İsrail topraklarına girdi, yerleşim bölgelerini ve Nova Müzik Festivali’ni hedef aldı. İsrail kamuoyunda büyük bir travma yaratan saldırıda yaklaşık 1200 kişi hayatını kaybetti, 250’nin üzerinde kişi Gazze’ye rehin olarak götürüldü. Tel Aviv yönetimi bu saldırıya “varoluşsal tehdit” olarak karşılık verdi ve Gazze’yi kuşatma altına aldı.
İsrail ordusunun 13 Ekim 2023’te yaptığı ilk büyük çağrı, kuzey Gazze’deki sivillerin güneye tahliyesi yönündeydi. Bu karar, Birleşmiş Milletlere göre 1 milyondan fazla insanın yerinden edilmesine yol açtı. Gazze’nin kuzeyi adeta bir hayalet kente dönüştü. Yollar, okullar, hastaneler ve camiler bombalanırken, her bir binanın enkazı bir ailenin geçmişini içine gömdü. İnsanların valizlere sığdırdığı hayatları, güneye doğru uzanan bir mülteci konvoyuna dönüştü.
İsrail’in askeri hedefi açıktı: Hamas’ı tamamen yok etmek. Ancak bu hedef, kısa sürede insani felaketin boyutlarını katlayarak büyüttü. Kasım 2023 itibarıyla Gazze’de 15 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetmişti. Uluslararası kamuoyunda “orantısız güç kullanımı” eleştirileri artarken, Tel Aviv yönetimi bunun “meşru müdafaa” olduğunu savundu.
İlk Ateşkes ve Umudun Kısa Ömrü
24 Kasım 2023’te Katar, Mısır ve ABD’nin arabuluculuğunda ilk ateşkes sağlandığında, dünya bir an için nefes aldı. Yedi gün süren bu geçici duraklama, 81 rehinenin serbest bırakılması ve 240 Filistinli mahkûmun tahliyesiyle sonuçlandı. Ancak bu umut, kısa sürdü. 1 Aralık’ta İsrail yeniden bombardımana başladı. Hamas, İsrail’i “ateşkesi sabote etmekle” suçladı. Böylece barışa giden dar bir patika, yeniden savaşın tozuna gömüldü.
Bu dönem, uluslararası diplomasi açısından da kırılma noktasıydı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi defalarca “insani ateşkes” çağrısı yaptı. Ancak ABD’nin vetosu, bu çağrıların büyük kısmını etkisiz hale getirdi. Avrupa’da halklar meydanlara dökülürken, Batılı liderler “İsrail’in kendini savunma hakkı” söylemini sürdürdü. Bu ikili dil, küresel vicdanda derin bir bölünme yarattı.
UAD’nin Kararı ve Diplomatik Çatlaklar
26 Ocak 2024’te Güney Afrika’nın başvurusu üzerine Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’e “soykırımın önlenmesi” yönünde geçici tedbirler uygulanmasına karar verdi. Bu karar, hukuk dünyasında tarihi bir dönüm noktasıydı. Ancak pratikte, Gazze’deki yıkımı durdurmaya yetmedi. İsrail, suçlamaları “ahlaken iğrenç” olarak niteledi. Oysa dünya kamuoyu, bu kararın vicdani ağırlığını hissediyordu: Birleşmiş Milletler ’in kurucu ilkeleri ile fiili gerçeklik arasındaki uçurum, hiç bu kadar görünür olmamıştı.
Lübnan Cephesi ve Bölgesel Yayılma
2024’ün ikinci yarısına gelindiğinde savaş, artık sadece Gazze’yle sınırlı değildi. 17 ve 18 Eylül’de Lübnan’da Hizbullah’a ait çağrı cihazları ve telsizlerin patlamasıyla en az 37 kişi öldü, binlercesi yaralandı. Olayın ardında İsrail’in olduğu iddia edildi. Sadece on gün sonra, İsrail’in Beyrut’ta düzenlediği hava saldırısında Hizbullah lideri Hasan Nasrallah öldürüldü. Bu gelişme, bölgeyi adeta yeni bir cepheye sürükledi. Lübnan’ın güneyi, Şii mahalleleri ve Beyrut’un banliyöleri ağır bombardımanlarla yerle bir oldu. Bir milyondan fazla insan evsiz kaldı.
Ateşkes, İhlal ve İran’la Sıcak Çatışma
15 Ocak 2025’te Katar ve Mısır’ın öncülüğünde yeni bir ateşkes anlaşması sağlandığında, artık savaş 15 ayı geride bırakmıştı. 19 Ocak’ta yürürlüğe giren anlaşma kapsamında, 33 rehine (aralarında sekiz cenaze de vardı) 2 bin Filistinli mahkûmla takas edildi. Ancak umut, yine uzun ömürlü olamadı. İsrail, mart ayında Hamas’ın bazı şartlara uymadığını öne sürerek ateşkesi bozdu. 18 Mart’ta Gazze yeniden bombalanmaya başladı. Şehir, bir kez daha külle kaplandı.
Haziran 2025’e gelindiğinde ise bölge daha da alevlendi. İsrail ile İran arasında 12 gün süren doğrudan çatışma yaşandı. İsrail, İran’ın nükleer tesislerini hedef alırken, Tahran yoğun füze saldırılarıyla karşılık verdi. ABD’nin de bu sürece dahil olmasıyla kriz, bölgesel olmaktan çıkıp küresel bir güvenlik sorununa dönüştü. 24 Haziran’da ABD Başkanı Donald Trump’ın ilan ettiği ateşkesle bu sıcak dönem sona erdi, ama geride hem yıkım hem de korku bıraktı.
Kıtlık, Çöküş ve Hayatta Kalma Mücadelesi
22 Ağustos 2025’te uluslararası gıda güvenliği kurumu IPC, Gazze Şehri’nde resmi olarak “kıtlık” ilan etti. Bu açıklama, savaşın insanî boyutunun geldiği felaket seviyesini gözler önüne serdi. Yüz binlerce insan açlıkla mücadele ediyor, çocuklar yetersiz beslenme nedeniyle yaşamlarını yitiriyordu. BM raporları, gıda üretiminin tamamen çöktüğünü ve insani yardımın askeri engeller nedeniyle ulaştırılamadığını belirtiyordu. İsrail Başbakanı Netanyahu ise kıtlık iddialarını reddederek “Hamas propagandası” olarak nitelendirdi. Oysa sahadaki görüntüler, Gazze’nin en karanlık dönemlerinden birinin yaşandığını doğruluyordu.
Trump’ın Barış Planı ve Umudun Gölgesi
29 Eylül 2025’te ABD Başkanı Donald Trump, savaşın ikinci yıldönümüne günler kala 20 maddelik bir barış planı sundu. Plan, Hamas’ın silahsızlandırılmasını, rehinelerin serbest bırakılmasını ve İsrail’in askeri operasyonlarını sonlandırmasını öngörüyordu. Hamas, bazı maddelere itiraz etse de “savaşı bitirecek bir çözüm arayışında olduklarını” açıkladı. Ancak Mısır’daki müzakereler hâlâ sonuçsuz. Çünkü iki yıl süren bu savaş, sadece sınırları değil, güveni de yerle bir etti.
İki Yılın Bilançosu: Rakamların Ötesinde Bir Dram
Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre savaşın iki yılında 66 binden fazla kişi hayatını kaybetti, 170 bin kişi yaralandı. Altyapı çöktü; hastaneler, su şebekeleri, elektrik hatları tamamen tahrip oldu. Yıkımın ortasında doğan çocuklar, hayatlarının ilk kelimesi olarak “drone” ya da “sireni” öğrendi. İsrail tarafında da yüzlerce sivil ve asker yaşamını yitirdi, binlerce kişi savaş travmasıyla mücadele ediyor.
Bu tablo, sadece iki toplumun değil, tüm insanlığın aynasıdır. Gazze’de bir çocuğun yıkıntılar arasında bulduğu defter, Lübnan’da bir annenin yanan evinden kurtardığı fotoğraf, ya da İsrail’de kayıp yakınlarını bekleyen bir babanın gözyaşı… Hepsi aynı soruyu fısıldıyor: İki yıl sonra bile neden hâlâ barış bu kadar uzakta?
Sonuç: Barışın Külleri Üzerinde
7 Ekim 2025’e gelindiğinde, savaş hâlâ sürüyor; ama artık savaşın dili bile yorgun. Dünyanın dört bir yanında insanlar bu çatışmayı sadece bir “haber” olarak izlerken, Gazze’de her yeni gün bir başka kaybın habercisi. Uluslararası toplum, hukukun ve insani değerlerin sınandığı bu iki yılın ardından hâlâ net bir cevap veremiyor: Kim kazandı, kim kaybetti?
Aslında herkes kaybetti. Çünkü bu savaş, sadece şehirleri değil, insanlığın ortak vicdanını da yıktı.
Gazze’de yıkıntıların arasından yükselen sessizlik, belki de geleceğe bırakılmış en güçlü çığlık: “Bir daha asla.”
Kaynak: Euronews