Rakamlar Düşüyor, Umutlar Artıyor Ama Gerçekler Ne Diyor?
Temmuz 2025 itibarıyla açıklanan TÜİK verileri, yıllık enflasyonun yüzde 33,5’e gerilediğini ortaya koyarken, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu tabloyu “son 44 ayın en düşük seviyesi” olarak tanımladı. Peki bu düşüş gerçek bir iyileşmenin sinyali mi yoksa verilerle sınırlı bir umut mu?
Şimşek’in açıklamaları umut verici: “Enflasyonda zirve geride kaldı, artık kalıcı düşüş sürecine girdik.” Özellikle temel mal ve gıda enflasyonundaki düşüşü işaret ederek, mali disiplinin ve eşgüdümlü ekonomi politikalarının etkisini vurguluyor. Gıda enflasyonu yüzde 28’e, temel mal enflasyonu ise yüzde 20,7’ye çekilmiş durumda.
Ancak TÜİK verileri ile vatandaşın mutfağındaki fiyatlar her zaman örtüşmüyor. Pazara çıkan bir emekli ya da markette alışveriş yapan bir çalışan için “enflasyon” hâlâ çift haneli değil, çoğu zaman üç haneli bir duygu yaratıyor. Bu noktada Şimşek’in açıklamalarındaki teknik iyimserlik ile halkın hissiyatı arasında ciddi bir “algı boşluğu” oluşmuş durumda.
2026 ve 2027 Hedefleri Gerçekçi mi?
Bakan Şimşek, verdiği röportajlarda enflasyonun 2026’da yüzde 20’nin altına, 2027’de ise tek haneye ineceğini söylüyor. Bu söylem bir kararlılık mesajı mı yoksa zaman kazanmak için verilen iyimser bir takvim mi?
Ekonomi çevreleri bu konuda ikiye ayrılmış durumda. Bir kesim bu hedefleri makul bulurken, diğerleri bu tür projeksiyonları fazla iyimser olarak değerlendiriyor. Özellikle hizmet enflasyonunun hâlâ yüzde 49,6 gibi yüksek bir düzeyde olması, bu düşüşün genele yayılmadığını gösteriyor. Kira, eğitim ve ulaştırma gibi kalemlerde hâlâ ciddi fiyat artışları yaşanıyor. Dolayısıyla, Şimşek’in çizdiği tablo bir “ortalamalar hesabı” olabilir ama hane halkı için tablo henüz bu kadar parlak değil.
“Yumuşak İniş” in Riskleri
Türkiye’de enflasyonla mücadele, büyüme pahasına yapılan bir tercih haline geldi. Faiz artışları, iç talebin baskılanması ve kamu harcamalarında sıkılaştırma ile enflasyon kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Ancak bu politikalar büyümeyi yavaşlatıyor. Sanayi üretiminde duraksama, işsizliğin artması ve şirketlerin konkordato ilanları bu yavaşlamanın bedelini gösteriyor.
Yani, evet enflasyon düşüyor olabilir ama bunun “bedeli” de hafife alınacak gibi değil. Yumuşak iniş hedefleniyor ancak ani bir durgunluk riski de gündemde. Enflasyonun düşüşü, işsizliğin yükselişiyle birlikte gelirse, bu başarı hikayesi toplumsal açıdan karşılık bulamayabilir.
Şeffaflık, Algı ve Siyasi Gerilimler
Bakan Şimşek’in son dönemdeki açıklamaları, önceki yıllardaki popülist yaklaşımlardan farklı olarak daha gerçekçi ve teknik temellere dayanıyor. Ancak bu yeni yaklaşımın siyasi ve toplumsal zeminde karşılık bulması kolay değil.
Muhalefet partileri özellikle TÜİK verilerinin halkın yaşam deneyimiyle uyuşmadığını dile getiriyor. CHP’li Mustafa Çelik’in “Gerçek enflasyon rakamlarla gizlenemez” sözleri, bu eleştirilerin özetidir. Ayrıca asgari ücretin yılın ikinci yarısında artırılmaması, emekli maaşlarının yüksek enflasyon karşısında yetersiz kalması da hükümete yönelik tepkileri artırıyor.
Ekonomi Sadece Matematik Değildir
Ekonomi yönetiminde başarı yalnızca enflasyonu düşürmekle değil, aynı zamanda halkın refahını artırmakla ölçülür. Eğer insanlar daha az tüketiyor, daha az seyahat ediyor, temel ihtiyaçlarını kısarak yaşamaya çalışıyorsa, enflasyonun düşmesi yalnızca teknik bir başarı olur. Hatta bu düşüş, toplumda “durgunluk ortamı” hissini daha da artırabilir.
Dolayısıyla Şimşek’in enflasyon açıklamaları yerinde, rasyonel ve tutarlı görünmekle birlikte; bu politikaların sahadaki yansımalarının da dikkatle izlenmesi şart. Çünkü Türkiye gibi toplumsal hafızası güçlü ve ekonomik kırılganlıkları yüksek bir ülkede algı yönetimi, rakamlardan bile daha önemlidir.
SONUÇ: Zaman Kazanmak mı, Gerçek Değişim mi?
Mehmet Şimşek’in çizdiği tablo, uzun vadeli yapısal reformlara dayalı bir ekonomik dönüşümün sinyallerini veriyor. Ancak bu dönüşüm süreci zaman alacak ve bu zaman içerisinde halkın alım gücü ciddi biçimde zayıflamaya devam edecek.
Enflasyondaki düşüş, siyasi istikrarı pekiştirebilir. Ancak vatandaşın hissetmediği hiçbir iyileşme, sandıkta da sokakta da karşılık bulmaz. Bu yüzden teknik veriler kadar, sokağın dili de ekonomi yönetiminin radarında olmalıdır.
Yol uzun, hedef büyük. Ama bu yolun sonunda yalnızca düşük enflasyon değil, aynı zamanda güçlü sosyal refah da olmalı. Aksi halde “rakamlarla başarı” hikayesi, sadece istatistiksel bir efsaneden öteye gidemez.