1. Faiz indirimi beklentisinin arka planı
Deutsche Bank’ın temmuz ayında 350 baz puanlık bir faiz indirimi öngörmesi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) için önemli bir dönüm noktası anlamına geliyor. Çünkü TCMB, uzun süredir yüksek faiz politikasıyla enflasyonla mücadele ediyor.
350 baz puanlık indirim, yüksek faiz ortamının biraz gevşetilmesi demek; bu da ekonomik büyümeyi desteklemek için adım atılması anlamına geliyor.
Ancak bankanın faiz tahminini sadece temmuz için değil, yıl içinde 3 ek faiz indirimiyle toplamda 600 baz puan indirime tamamlaması, TCMB’nin para politikasında kademeli bir yumuşamaya gideceğine dair güçlü bir sinyal.
Yine de Deutsche Bank, bu indirimin çok kontrollü olacağını, agresif gevşemeye dönülmesinin döviz kuru ve enflasyon açısından riskler barındırdığı için şimdilik beklenmediğini vurguluyor.
Burada iki önemli denge var. Birincisi ekonomik aktivitenin desteklenmesi için faizlerin düşürülmesi; ikincisi ise yüksek enflasyonun kontrol altında tutulması. TCMB’nin bu dengeyi sağlaması, piyasalarda güvenin korunması açısından kritik.
2. Enflasyon tahminleri ve Türkiye’nin zorlu mücadelesi
Deutsche Bank’ın 2025 yılı enflasyon tahminini %29,5 olarak revize etmesi, resmi TCMB tahmininin (%24) üstünde ve piyasalardaki yüksek enflasyon riskine işaret ediyor.
Türkiye ekonomisinde enflasyonun kalıcı olarak yüksek kalmasının nedenleri arasında kurdaki volatilite, yüksek ithalat bağımlılığı ve enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar var.
Ayrıca, TÜFE enflasyonunun yurt içi talep koşullarının sıkışık olması nedeniyle kısa vadede çok hızlı düşmesi beklenmiyor.
Enflasyondaki yavaş düşüş, tüketicilerin alım gücünü olumsuz etkiliyor ve reel ücretlerde aşınmaya neden oluyor.
Enflasyonda kademeli düşüş süreci, Türkiye için uzun soluklu bir mücadele demek. Bu durum hem hane halklarının refahını zorluyor hem de Merkez Bankası’nın politika faiz kararlarını karmaşıklaştırıyor.
3. Büyüme öngörüleri ve küresel ortam
Deutsche Bank raporu, Türkiye ekonomisinin 2025 yılında %3, 2026’da ise %4 büyümesini bekliyor.
Bu büyüme oranları, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için orta seviyede.
Raporda, Avrupa’daki mali harcama artışlarının Türkiye’nin ihracatını destekleyebileceği, ancak küresel ekonomik yavaşlama ve dış talepteki durgunluğun büyümeyi sınırlayacağına dikkat çekiliyor.
Reel ücretlerdeki erime ve para politikasındaki sıkılık, iç talebi baskılıyor.
Türkiye’nin ekonomik büyümesi, dış talebe oldukça bağımlı. Avrupa ekonomisinin toparlanması, Türkiye ihracatına olumlu yansıyacak. Ancak iç dinamiklerde tüketici talebinin düşük kalması büyüme üzerinde fren etkisi yapacak.
4. Faiz indirimi ve döviz kuru riski
Bankanın agresif faiz indirimi beklememesi, döviz kuru ve enflasyon beklentilerindeki belirsizliklerle doğrudan bağlantılı.
Türkiye’de yüksek cari açık ve dış borç seviyesi, döviz kuru üzerinde baskı yaratıyor.
Faizlerin hızlı düşürülmesi, TL’de değer kaybına yol açabilir, bu da enflasyonu yeniden yükseltebilir.
Deutsche Bank, bu nedenle TCMB’nin adımlarını temkinli atmasını ve piyasa güvenini korumasını öneriyor.
TCMB için zor bir denge var: Ekonomiyi desteklemek için faiz indirimi gerekirken, kurdaki istikrarın bozulması enflasyonun yükselmesine neden olabilir. Bu nedenle piyasa dengeleri çok kırılgan.
5. Jeopolitik ve enerji fiyatlarının etkisi
Petrol fiyatlarındaki düşüşün, bankanın faiz indirimi beklentisini destekleyen faktörlerden biri olması, enerji maliyetlerinin Türkiye enflasyonunda ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor.
Enerji fiyatlarındaki gerileme, üretim maliyetlerini azaltarak enflasyon üzerinde olumlu etki yaratıyor.
Ancak Orta Doğu’daki jeopolitik riskler ve küresel enerji piyasalarındaki oynaklık, önümüzdeki dönemde risk unsuru olmaya devam ediyor.
Enerji fiyatları Türkiye enflasyonu için hem bir risk hem de fırsat alanı. Türkiye’nin enerji ithalatına olan bağımlılığı, fiyatlarda yaşanacak şokları doğrudan fiyatlara yansıtıyor.
6. Genel perspektif
Deutsche Bank’ın raporu, Türkiye ekonomisinin 2025-2026 döneminde kademeli toparlanma ve dezenflasyon süreci içinde olacağını gösteriyor. Ancak bunun, piyasa ve politika yapıcıların dikkatli dengeleri korumasına bağlı olduğu net.
Faiz indirimlerinde ölçülü hareket, piyasa güvenini canlı tutmak açısından kritik.
Enflasyonun yüksek seyretmesi ise hane halkı ve işletmelerin maliyet baskısını sürdürecek.
Küresel ekonomik yavaşlama, dış talepteki sınırlılık büyümeyi sınırlar.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi için “zor ama yönetilebilir” bir döneme giriliyor. Merkez Bankası’nın para politikası kararları, küresel gelişmeler ve iç siyasi istikrar, ekonomik performansın kaderini belirleyecek.
Bu gelişmeler ışığında hem yatırımcıların hem de politika yapıcıların piyasa beklentilerini yakından takip etmeleri ve şeffaf iletişim kurmaları kritik önem taşıyor.