Türkiye ekonomisinin yönünü belirleyecek kritik dönemeçlerden biri olan 11 Eylül 2025 Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı yaklaşırken, piyasaların gözü kulağı bu karara çevrilmiş durumda. 3 Ağustos’ta açıklanan enflasyon verileri, ekonomideki mevcut tabloyu yeniden tartışmaya açtı ve “Merkez Bankası faizleri indirmeli mi, sabit mi tutmalı?” sorusunu daha da görünür kıldı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre tüketici fiyat endeksi (TÜFE) temmuz ayında aylık %2,5 artarken, yıllık enflasyon %25,1 seviyesinde gerçekleşti. Özellikle gıda ve alkolsüz içeceklerde yıllık artış %30’a yaklaşırken, ulaştırmada %28, konutta %22, sağlıkta %20, eğitimde ise %24 seviyeleri kaydedildi. Bu tablo, en çok harcama yapılan kalemlerde fiyat baskılarının hâlâ hissedildiğini ortaya koyuyor. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise aynı dönemde yıllık enflasyonu %80’in üzerinde açıkladı. İstanbul Ticaret Odası (İTO) verileri de İstanbul özelinde yıllık %55’in üzerinde bir artışı işaret etti. Bu farklar, resmi verilerin sorgulandığı bir ortamda Merkez Bankası’nın kararlarını daha da kritik hale getiriyor.
Çekirdek Enflasyonun Direnci ve Beklentiler
Merkez Bankası’nın en çok önem verdiği göstergelerden biri olan çekirdek enflasyon (enerji, gıda gibi oynak kalemler hariç) %23 civarında kalmaya devam etti. Bu durum, fiyat artışlarının sadece mevsimsel ya da geçici faktörlerden değil, daha yapısal unsurlardan kaynaklandığını gösteriyor. Yani talep yönlü baskılar, maliyet geçişkenliği ve beklentilerdeki bozulma hâlâ güçlü.
Piyasa beklentilerine bakıldığında, Eylül toplantısında faizlerin sabit tutulma ihtimali %70’in üzerinde görülüyor. Bazı analistler ise, hükümetin büyümeyi destekleme isteği doğrultusunda 100 baz puanlık sınırlı bir indirimin gündeme gelebileceğini öne sürüyor. Ancak çoğunluk, enflasyon düşüş trendinin kalıcı hale gelmeden faiz indiriminin “erken” bir hamle olacağı görüşünde birleşiyor.
İç ve Dış Dinamiklerin Baskısı
Merkez Bankası’nın önündeki tablo sadece enflasyonla sınırlı değil. İçeride kamu maliyesi tarafında yüksek bütçe harcamaları, seçim sonrası artan sosyal transferler ve ücret düzenlemeleri, talebi canlı tutarak fiyat baskılarını artırma potansiyeli taşıyor. Özellikle memur maaş artışları ve emeklilere yapılacak zamlar, son çeyrekte tüketici talebini tekrar hızlandırabilir.
Dışarıda ise küresel finansal koşullar belirleyici olmaya devam ediyor. ABD Merkez Bankası (Fed) enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar faizleri yüksek tutacağını açıkça ifade ediyor. Bu durum, gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarını kısıtlıyor. Türkiye’nin dış finansman ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda, erken bir faiz indirimi, yabancı yatırımcıların güvenini zedeleyebilir ve kur üzerinde yukarı yönlü baskı yaratabilir.
Faiz Kararının Olası Senaryoları
11 Eylül toplantısında üç farklı senaryo öne çıkıyor:
Faizlerin Sabit Tutulması (En Güçlü İhtimal):
Merkez Bankası, mevcut politika faizini %45 seviyesinde koruyarak enflasyonda kalıcı düşüşü görmek isteyebilir. Bu, piyasalar için “istikrar” mesajı olacaktır.
Sınırlı Faiz İndirimi (Düşük Olasılık):
Hükümetin büyüme hedefleri doğrultusunda 50-100 baz puanlık bir indirim masaya gelebilir. Ancak bu hamle, enflasyon beklentilerinde bozulmaya ve döviz kurunda yukarı hareketlere yol açabilir.
Faiz Artışı (Çok Zayıf İhtimal):
Enflasyondaki inatçı görünüm ve kur baskısı belirginleşirse, sürpriz bir artış bile gündeme gelebilir. Ancak mevcut siyasi iklimde bu olasılık oldukça düşük.
Siyaset ve Ekonomi Arasındaki İnce Çizgi
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve kredibilitesi, bu toplantıda bir kez daha sınanacak. Siyasi otorite büyüme ve istihdam odaklı söylemleri ön plana çıkarırken, Merkez Bankası’nın temel misyonu fiyat istikrarı. 3 Ağustos’ta açıklanan veriler, enflasyonun zirveden dönmeye başladığını gösterse de halkın hissettiği hayat pahalılığı hâlâ çok yüksek. Bu nedenle bankanın “erken gevşeme” riskine girmesi, toplumda güven kaybına yol açabilir.
Sonuç: Bekle-Gör Dönemi Devam Edecek
Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemde izleyeceği rotayı büyük ölçüde belirleyecek olan 11 Eylül toplantısı, sadece piyasa oyuncuları için değil, vatandaşın mutfağı için de kritik. Açıklanan veriler ve küresel koşullar dikkate alındığında, Merkez Bankası’nın en güvenli seçeneği politika faizini sabit tutmak gibi görünüyor.
Bu karar, hem piyasalara “kararlılık” mesajı verir hem de enflasyondaki kalıcı düşüşün teyidi için zaman kazandırır. Ancak yılın son çeyreğinde iç talebin yeniden canlanması ve kurdaki olası hareketler, para politikasının daha da sıkılaşmasını gerektirebilir.
Kısacası, 3 Ağustos enflasyon verileri bize Merkez Bankası’nın eylül toplantısında “bekle-gör” politikasını sürdüreceğini, ani manevralardan kaçınacağını ve piyasaları en azından yıl sonuna kadar istikrara ikna etmeye çalışacağını söylüyor.