Zafer Özcivan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. AB, İsrail’in İran Saldırıları konusunda bölündü

AB, İsrail’in İran Saldırıları konusunda bölündü

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Avrupa Birliği (AB), İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği askeri saldırılar karşısında büyük bir görüş ayrılığı içinde. İsrail, İran’ın nükleer tesislerine yönelik bu saldırıları “önleyici meşru müdafaa” olarak lanse ederken, AB ülkeleri arasında bu gerekçeye inananların sayısı sınırlı. Hukuki, siyasi ve insani boyutları olan bu kriz, sadece İsrail ve İran arasında değil, aslında çok daha geniş bir uluslararası sistemin istikrarını ilgilendiriyor. Türkiye açısından da hem bölgesel denge hem göç baskısı hem de diplomatik pozisyon açısından kritik bir durum söz konusu.

AVRUPA’DA BÜYÜKELÇİLER AYRI TELDEN ÇALIYOR

Brüksel’de toplanan AB üyesi ülke büyükelçileri, bu hafta yapılacak devlet ve hükümet başkanları zirvesi öncesinde ciddi ayrılıklar yaşadı. En büyük tartışma konusu: İsrail’in kendini savunma hakkını gerçekten kullanıp kullanmadığı. Uluslararası hukukta meşru müdafaa ya doğrudan bir saldırı olduğunda ya da yakın ve kaçınılmaz bir tehdit varsa kabul ediliyor. İsrail’in “önleyici saldırı” söylemi, bu ölçütlere uymadığı için birçok ülke tarafından yasal bulunmuyor.

Avusturya, Almanya, Fransa, Hollanda ve Macaristan gibi yaklaşık 15 ülke, AB bildirisine “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” cümlesinin eklenmesini istedi. Ancak tüm AB kararlarında oy birliği gerektiğinden, diğer ülkelerin itirazı nedeniyle bu ifade resmî belgelerde yer bulamadı. Özellikle İrlanda, Belçika, Lüksemburg gibi daha tarafsız kalma eğilimindeki ülkeler, bu saldırıların uluslararası hukuka uygun olmadığını savunuyor.

VON DER LEYEN’İN AÇIKLAMASI KRİZİ DERİNLEŞTİRDİ

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in sosyal medya platformu X’te yaptığı “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” açıklaması da tartışmayı alevlendirdi. Çünkü von der Leyen, bu sözleriyle AB Konseyi’nin henüz üzerinde uzlaşamadığı bir pozisyonu kamuoyuyla paylaştı. Bu da AB içinde kurumsal çatlağı görünür hale getirdi.

Bazı ülkeler von der Leyen’in açıklamasını desteklerken, diğerleri bunun aceleci ve tek taraflı bir çıkış olduğunu düşünüyor. Diplomatlar arasında, “Böylesine hassas bir konuda ortak bir duruş olmadan yapılan bu tür çıkışlar, AB’nin tarafsızlık ilkesini zedeler” diyenler çoğunlukta.

İRAN’IN RUSYA’YA DESTEĞİ AB’Yİ ÇIKMAZA SÜRÜKLÜYOR

Birçok AB ülkesinin, İsrail’in güvenlik kaygılarına neden daha fazla kulak verdiğinin temel nedenlerinden biri İran’ın Rusya ile olan askeri ilişkileri. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’daki işgalinde İran yapımı İHA’ları kullanması, İran’ı sadece Ortadoğu değil, Avrupa güvenliği açısından da tehdit olarak konumlandırıyor. Bu da bazı AB üyelerini, İsrail’in “önleyici hamlelerini” daha hoşgörülü değerlendirmeye itiyor.

Ancak diğer ülkeler, İran rejiminin sertliği ya da Rusya’ya olan desteği ne olursa olsun, uluslararası hukukun çiğnenemeyeceğini ve güç kullanımının kuralsızlaştırmasının dünya barışını tehdit ettiğini düşünüyor. Yani mesele sadece jeopolitik değil; aynı zamanda değerler ve hukuk meselesi.

TÜRKİYE’NİN GÖZÜNDEN BAKTIĞIMIZDA…

Bu tür bir kriz, Türkiye açısından birkaç açıdan son derece kritik:

Bölgesel Güvenlik Riski: İran ile İsrail arasındaki gerilim tırmanırsa, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölge doğrudan etkilenir. İran’ın karşı saldırılarında hedef seçimi, Suriye’deki vekil güçler ya da Lübnan’daki Hizbullah gibi aktörler üzerinden yayılma ihtimali, Türkiye’nin güney sınırlarını baskı altına alabilir.

Yeni Göç Dalgası Riski: AB’deki bazı diplomatların açık açık dile getirdiği gibi, eğer İran’da rejim değişikliği ya da büyük çaplı iç karışıklıklar olursa, milyonlarca İranlının Avrupa’ya yönelmesi ve ilk etapta Türkiye’ye sığınması olası. Türkiye hâlihazırda 4 milyonu aşkın mülteci barındırırken, yeni bir dalgaya karşı kapasitesi oldukça sınırlı. AB’nin göçmen politikaları gevşek kalırsa, yük yine Türkiye’nin omuzlarına binecek.

Diplomatik Dengede Kalma Zorunluluğu: Türkiye, İsrail ve İran ile aynı anda ilişkilerini yürüten nadir ülkelerden biri. İsrail’le normalleşme süreci devam ederken, İran ile de hem ticari hem diplomatik ilişkiler sürüyor. Bu nedenle Türkiye’nin taraf seçmeden, barışçıl diplomasiye vurgu yapan bir duruş sergilemesi gerekiyor. Tarafsızlık, Türkiye için bu denklemde stratejik bir pozisyon.

Enerji Güvenliği ve Nükleer Tehditler: İran’ın nükleer tesislerinin hedef alınması, olası bir radyoaktif sızıntı durumunda, yalnızca İran’ı değil, çevresindeki tüm ülkeleri etkileyebilir. Türkiye, bu tür bir senaryoda hem çevresel hem de ekonomik sonuçlarla karşı karşıya kalabilir.

GENEL YORUM: BÖLGESEL KRİZİN KÜRESEL YANSIMALARI

İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, sadece iki ülke arasındaki bir hesaplaşma değil; aynı zamanda dünya düzenini şekillendiren hukuk, güvenlik ve güç dengeleri açısından büyük anlamlar taşıyor. AB’nin bu konuda bölünmüş olması, Avrupa’nın dış politikada hâlâ yekpare bir güç olamadığını gösteriyor. Türkiye ise bu gelişmeleri hem doğrudan yaşadığı güvenlik riskleriyle hem de Avrupa’nın tavırlarına bağlı olarak dolaylı biçimde tecrübe ediyor.

Sonuç olarak, İsrail-İran gerilimi, yalnızca diplomasiyle değil; aynı zamanda hukuka, insani değerlere ve uluslararası uzlaşma mekanizmalarına saygı duyularak çözülebilecek çok boyutlu bir krizdir. Türkiye’nin bu denklemde sergileyeceği “akılcı ve dengeli” duruş, sadece bölge değil, dünya siyaseti açısından da önemli bir örnek olabilir.

Kaynak: Euronews

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar

zozcivan@hotmail.com

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Medyabir Haber Ajansı ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet