Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 15 Kasım 1983’te ilan edilen bağımsızlığı… Hani bazen bir tarih sadece takvimde durmaz; bir halkın göğsüne işlenir ya… KKTC’nin kuruluş yılı tam olarak öyle bir şey. Bir “devlet” olmanın, bir “biz buradayız” demenin tarihe çakılmış imzası.
Ama itiraf edelim: KKTC meselesi hep siyaset koridorlarında yüksek perdeden konuşuldu, sokaktaki insanın duygu tarafı biraz gölgede kaldı. Oysa 1983, aslında bir meydan okumaydı. “Bu topraklarda var olacağız” demenin resmi hâli. Dünyanın büyük bir kısmının tanımadığı ama Türk milletinin asla sırt çevirmediği bir yurt hikâyesi.
Bugün geriye dönüp bakınca mesele hâlâ bitmiş değil. Hâlâ müzakereler, hâlâ masa oyunları, hâlâ “tanınma” savaşı… Ama ben bunu eksiklik olarak değil, direnç testi olarak görüyorum. Çünkü KKTC’nin varoluş hikâyesi zaten kolay bir hikâye değildi ki. Her santimi mücadele. Her kararı bedelli.
Kuzey Kıbrıs’ın kuruluş yılı 1983, aslında bugünün gençlerine de bir şey söylüyor:
“Devlet dediğin sadece toprak değil, duruş meselesidir.”
Bugün orada doğan bir çocuğun pasaportuna yazılan ülke adı bile bir tutarlılık sınavı. Dünya tanısa da tanımasa da, bayrağının rengiyle nefes alan bir halk var orada. Yavru Vatan romantik bir lakap değil, zor bir coğrafyada ayakta durmanın adı.
Ve bence 1983’teki o kararı bugün yeniden okuduğumuzda görmemiz gereken şey şu:
Kıbrıs meselesi sadece geçmişin kavgası değil, geleceğin kimlik meselesi.
Bir ülkenin varlığı küresel sistemin himmetiyle değil, kendi inadıyla ayakta durur. KKTC de tam olarak o inatla yaşıyor.
Bugün kuruluş yılını anmak, “iyi ki varsın” demekle sınırlı değil. Aynı zamanda “bundan sonrası için daha akıllı, daha cesur olacağız” demek.
Çünkü 1983 bir nokta değil; bir başlangıçtı.
Bu vesileyle
bu uğurda canlarını ortaya koyan tüm aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi minnetle anıyorum.
