Diplomanın alındığı o gün, sahne ışıkları kadar parlak bir umut taşır yüreklerinde genç oyuncular. Mezuniyet töreninde ellerindeki kâğıt aslında sadece bir belge değildir; bir hayalin, bir emeğin, bir yola baş koymanın sembolüdür. O yolun sonundaysa çoğu için “Devlet Tiyatrosu” yatar: Güvenceli bir iş, düzenli bir maaş, bir repertuvar, bir kadro… Kısacası oyunculuk hayallerinin cennet bahçesi.
Ama o kapı, herkese açılmaz. Devlet Tiyatrosu yıllardır kadrolu mezun öğrenci almaz. Her yıl binlerce genç, umutla beklerken, o koltuklarda hâlâ “sanatçı” unvanıyla oturan ve tabiri caizse iş yapmayan isimler var. Ne sahneye çıkarlar, ne yeni oyunlarda rol alırlar; ama maaş almaya, “devlet sanatçısı” kimliğini taşımaya devam ederler. Bu, hem adaletin hem sanatın ruhuna büyük bir darbedir. Çünkü dışarıda, sahnenin kıyısında bekleyen, gerçekten sanat üretmek isteyen, genç, dinamik, yetenekli yüzlerce mezun vardır.
Ve işte tam da orada başlar asıl oyun:
Biri bir kafede garsonluk yaparken repliklerini fısıldar kendi kendine. Biri özel tiyatrolarda sahneye çıkmak için gece gündüz kostüm taşır. Biri dizilerde üç saniyelik figüranlık için soğuk set köşelerinde bekler. Kimisi drama kurslarında çocuklara umut olmaya çalışır.
Devlet Tiyatrosu, sanatı devlet güvencesiyle yaşatma amacıyla kurulmuştur. Elbette kurumsal işleyişin, disiplinin, liyakatin bir gereği olarak kadrolar sınırlıdır. Ama yıllardır kadroya genç mezunları almamak, aynı yüzleri sahnede tutmak, dahası çalışmayan kadrolu sanatçılara maaş ödemeye devam etmek sadece bireysel bir kayıp değil, kültürel bir yozlaşmadır.
Bazen sorarlar:
“Neden bırakmıyorsun? Madem kadroya giremedin, başka iş yap.”
Ama oyunculuk bırakılacak bir meslek değildir, çünkü aslında bir meslek değil, bir varoluş biçimidir.
Devlet tiyatrolarının artık genç mezunlara kapı açması, liyakate ve üretime dayalı yeni bir sistem kurması şarttır. Adalet, sahnede de geçerli olmalı. Bugün o sahnenin kenarında bekleyen genç oyuncular, yarın bu ülkenin vicdanına, hafızasına, neşesine, direncine ses verecekler.
Unutmayalım:
Sahne sadece “kadrolu” olanların değil, gerçek oyuncuların evidir.
Kalpten selamla, perde arkasından değil; tam sahnenin ortasından.