Bazı oyunlar bir duvarla başlar. Bir hücre duvarıyla… Ama o duvar, sadece sahnedeki karakteri değil, izleyicinin zihnini de dört duvar arasına alır. Melih Cevdet Anday’ın İçerdekiler adlı oyunu, işte tam olarak bunu yapar: Bizi görünmez ama sarsıcı bir sorgu odasına hapseder.
Oyun, bir emniyet müdürü ve bir öğretmenin karşı karşıya geldiği tek mekânlı bir yapıdır. Ama bu basit yapı içinde, devletin birey üzerindeki tahakkümü, ideolojik iktidarın kişilikleri nasıl çarpıttığı ve en önemlisi “vicdan” denen o kırılgan terazinin salınımı tüm çarpıcılığıyla karşımıza çıkar.
İçerdekiler, fiziksel şiddetin değil; psikolojik kuşatmanın oyunudur. Müdür, “devlet” kimliğini takınırken, öğretmen “insan” olarak kalmakta direnmeye çalışır. Ama seyirci için asıl sarsıcı olan, bu ikilemin sadece sahnede değil, hayatın içinde her gün karşımıza çıkan bir çatışma olduğunu fark etmektir.
Bu metni özel kılan şey, güncelliğini hiç yitirmemesidir. Hangi dönemde izlenirse izlensin, insan hakları, özgürlük, baskı ve direniş kavramlarını hep diri tutar. Çünkü değişen sistemler olabilir, ama insanın iç dünyasındaki hesaplaşmalar evrensel ve süreklidir.
Oyunun en çarpıcı tarafı ise; sorgunun öğretmene mi yapıldığı, yoksa aslında müdürün kendiyle mi hesaplaştığı sorusunu asla net biçimde yanıtlamamasıdır. İzleyici, finalde kimin daha “içeride” kaldığını sorgular: Müdür mü? Öğretmen mi? Yoksa biz mi?
Sonuç Yerine
İçerdekiler, Türk tiyatrosunun en derinlikli metinlerinden biridir. Bugün, özgürlüğün ne kadar kırılgan, gücün ne kadar kaygan olduğunu hatırlamak istiyorsak, bu oyunu izlememiz yeterlidir.
Belki de Anday’ın asıl sorduğu soru şudur:
“Kimin hücresi daha karanlık? Dört duvar arasındaki mi, yoksa görevine sarılmış vicdansız bir makamın içi mi?”