Son yıllarda Türkiye ekonomisinde dikkat çeken en kritik gelişmelerden biri, yerli markaların ve üretim tesislerinin yabancı sermayeye devredilmesi, kamuya ait işletmelerin özelleştirilmesi ve stratejik sanayi varlıklarının el değiştirmesidir. Yörsan, Petkim, Beymen, Banvit, Erikli, Namet, Kipa gibi markalar artık başka ellerde. Bu durum yalnızca şirketlerin mülkiyetinin el değiştirmesi anlamına gelmiyor; üretim gücümüz, teknoloji kapasitemiz, Ar-Ge potansiyelimiz ve ihracatta bağımsızlığımız da sessizce eriyor. Satılan markalar, aslında kaybolan ekonomik güç ve stratejik bağımsızlığın simgesidir.
Markaların yabancı sermayeye devri, üretim süreçlerinin, yönetim kararlarının ve stratejik planlamanın kontrolümüzden çıkması anlamına geliyor. İhracatta sürdürülebilir başarı, sadece üretim miktarı veya satış hacmi ile ölçülemez; katma değer yaratmak, markalaşmak ve üretim zincirini kontrol edebilmekle mümkündür. Ancak yerli markalar yabancı şirketlerin elinde olduğunda, bu süreçler kontrolümüz dışında gelişir ve elde edilen kazançların büyük bir kısmı ülke dışına yönelir. Bu durum uzun vadede sadece ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir risk oluşturur. Türkiye ihracat fazlası verse bile, bu ihracatın kimin kontrolünde yapıldığı ve hangi kaynaklarla üretildiği, ekonomimizin gerçek bağımsızlık seviyesini belirler.
Bugün Türkiye’de birçok KOBİ üretim yapıyor, ancak markalar yabancı kontrolünde olduğunda, bu üretimin sağladığı katma değer ülke içinde kalmıyor. Satılan her marka, Türkiye’nin üretim hafızasının ve ihracat kapasitesinin bir parçasının kaybı demektir. Özellikle gıda, enerji, tekstil, beyaz eşya ve teknoloji alanlarında yaşanan bu kayıplar, dış ticaretteki rekabet gücümüzü azaltıyor ve uzun vadede uluslararası pazarlarda söz sahibi olmamızı zorlaştırıyor.
Bu tabloya rağmen, çözüm yolları var. Öncelikle Türkiye’nin yeni bir sanayi ve ihracat stratejisine ihtiyacı var. Bu strateji, sadece mevcut üretimi korumakla kalmayıp yeni markalar yaratmayı, KOBİ’leri küresel pazarlara entegre etmeyi ve yerli üretim ile teknolojiyi güçlendirmeyi kapsamalıdır. Ar-Ge yatırımlarının artırılması, yerli tedarik zincirinin güçlendirilmesi ve yüksek katma değerli ürün üretimine odaklanılması, Türkiye’nin kaybolan gücünü yeniden kazanmasının anahtarıdır.
Ayrıca, dijital üretim, yeşil sanayi ve teknoloji odaklı yatırımlar, geleneksel üretim alanlarının kaybını telafi edebilecek potansiyele sahiptir. Türkiye, sadece ürün satışıyla değil, aynı zamanda bilgi, teknoloji ve marka değerini de ihracata katabilirse, sürdürülebilir bir ekonomik bağımsızlık inşa edebilir. Bu noktada devletin rolü, doğrudan üretim yapmak yerine düzenleyici, destekleyici ve yönlendirici bir konumda olmalıdır. Teşvikler, sadece kısa vadeli mali desteklerden ibaret olmamalı; uzun vadeli, performans odaklı ve stratejik ihracatı destekleyen mekanizmalar olarak tasarlanmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, satılan markalar sadece şirket değil; Türkiye’nin üretim kültürünün, emeğinin ve ihracat geleceğinin bir parçasıdır. Üretim gücünü kaybettiğimizde, ihracatta da söz sahibi olamayız. Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ve dış ticaretteki gücü, üretim kapasitesini korumak, yerli markaları desteklemek ve yeni sanayi öbekleri ile bu boşluğu doldurmakla mümkündür.
Türkiye’nin ihracatının geleceği, geçmişteki kayıpları fark etmek ve bugün yeniden kurulan üretim ve marka altyapısıyla söz sahibi olabilmekle doğrudan ilişkilidir. Satılan markaların ardından pes etmek yerine, yeni stratejilerle, yenilikçi yatırımlarla ve güçlü KOBİ ekosistemi ile ülke ekonomisinin geleceğini güvence altına almak mümkündür.