Türkiye’nin siyasetinde yıllardır gördüğümüz “kayyum pratiği” artık ekonomiye de sirayet etmiş durumda. Belediyelere atanan kayyumlarla başlayan süreç, şirketlere, bankalara ve hatta bireylerin mal varlıklarına kadar uzanarak ülkenin ekonomik ikliminde yeni bir rejim inşa ediyor: Kayyumlu Ekonomi.
Ekonomi dediğimiz şey güven ister, öngörülebilirlik ister, hukuk ister. Fakat kayyum düzeni bunların tam tersini üretiyor. Bir gün yatırım yapıyorsunuz, ertesi gün şirketinize el konuluyor. Bir gün banka kredisiyle büyümeye çalışıyorsunuz, ertesi gün bankanıza kayyum atanıyor. Sermayenin en sevmediği şey belirsizliktir; ama Türkiye’de belirsizlik artık kural, güven ise istisna haline gelmiş durumda.
Kayyumlu ekonomi, aslında “sermayenin devletleştirilmesi” değil, “iktidara yakın sermayeye devredilmesi” modelidir. Bu, piyasanın kurallarını altüst ediyor. Çünkü artık rekabet, verimlilik ya da inovasyon değil; iktidara olan yakınlık, bürokrasiye olan sadakat ve siyasi koruma kalkanı belirleyici oluyor. Yani kazanan piyasa değil, iktidara biat eden sermaye grupları oluyor.
Bir de işin psikolojik boyutu var. Yerli ve yabancı yatırımcıya verilen mesaj şu: “Burada mülkiyet güvende değil, her an elinizden alınabilir.” Böyle bir ortamda yatırımcı uzun vadeli plan yapmaz, kısa vadeli kazancına bakar, o da mümkünse ülkeden çıkarır. Bu yüzden Türkiye’de sermaye sürekli “kaçış psikolojisi”yle hareket ediyor. Döviz niye kaçıyor, neden fabrika yatırımı yerine gayrimenkule ya da yurtdışına para kayıyor, sorusunun cevabı da burada gizli.
Kayyumlu ekonomi aynı zamanda bir yönetim tarzı. Kurumları işlevsiz bırakıp, liyakati yok sayıp, kararları tepeden atama yoluyla yürütmek. Şirketlere kayyum atanması, aslında ülkenin bütünüyle kayyumla yönetilmesinin küçük bir yansıması. Birey olarak da hissediyoruz bunu: Bankada paramıza müdahale, kasadaki nakde vergi, şirketin ticaretine kayyum zihniyeti…
Oysa ekonomi dediğimiz şey, toplumsal bir sözleşmedir. Devlet mülkiyet hakkını koruyacak, hukuk herkes için eşit işleyecek, piyasada rekabet özgür olacak ki üretim ve ticaret gelişsin. Kayyumlu ekonomi bu sözleşmeyi bozuyor. Ve bozulmuş bir sözleşmede kimse güvenle çalışmaz, kimse yatırım yapmaz, kimse gelecek hayali kurmaz.
Kısacası, bugün belediyelere, yarın şirketlere, öbür gün bireylere… Kayyum uygulaması artık siyasetin değil, ekonominin de merkezine oturmuş durumda. Fakat unutulmamalı ki kayyumla demokrasi olmaz, kayyumla piyasa olmaz, kayyumla kalkınma da olmaz. Sadece günü kurtaran, yarını ipotek altına alan, güveni tüketen bir “kayyum ekonomisi” olur.