İhracat Rekorları: Gerçek mi, İllüzyon mu?
Son yıllarda Türkiye, neredeyse her ay “tarihi ihracat rekoru” haberleriyle gündemde. Grafikler yukarıyı, bakanlık açıklamaları iyimserliği, rakamlar ise büyümeyi işaret ediyor. Fakat sahada, üretim çarklarının sesini kısmaya başlayan bir başka gerçek var: Hemen her sektörde firmalar maliyet yükü altında eziliyor, özellikle ihracatçılar, döviz baskılanması nedeniyle kârlılığını kaybedip iç pazara dönüyor. Bu tezatın kaynağını anlamak için hem rakamlara hem de üretim sahasındaki gözlemlere bakmak gerekiyor.
İşte 2020–2025 Türkiye ihracatının nominal değerleri ile reel miktar endeksinin karşılaştırıldığı grafik.
Mavi çizgi nominal ihracat değerlerini (milyar dolar cinsinden) gösterirken, yeşil kesikli çizgi ihracat miktarının reel olarak (2020 yılı baz alınarak) ne kadar arttığını gösteriyor. Görüldüğü gibi nominal ihracat hızlı bir artış trendinde; ancak reel miktar artışı oldukça sınırlı ve durağan seyrediyor. Bu durum, ihracat gelirlerindeki “rekor” artışın önemli ölçüde fiyat, kur ve enflasyon etkilerinden kaynaklandığını, üretim hacminin aynı hızda büyümediğini net bir şekilde ortaya koyuyor.
2020’den bu yana Türkiye’nin ihracatı nominal olarak ciddi artış gösterdi. Pandemi sonrası tedarik zinciri kırılmaları, Avrupa’nın alternatif pazar arayışları ve emtia fiyatlarındaki yükseliş, Türkiye’yi “yakın tedarik” avantajına taşıdı. Ancak bu artışın önemli bir kısmı, üretim kapasitesindeki nitelikli büyümeden değil, fiyatlardaki artıştan kaynaklandı. TÜİK ve Ticaret Bakanlığı verilerine reel olarak baktığımızda, ihraç edilen malın miktar artışı, nominal gelir kadar güçlü değil. Yani ihraç ettiğimiz ürün sayısı ve çeşitliliği aynı hızla artmıyor; çoğu zaman aynı ürünleri, daha pahalıya satıyoruz.
Bir diğer sorun, döviz kuru politikasının ihracatçı üzerinde yarattığı baskı. Kurun enflasyon karşısında düşük tutulması, ithalat maliyetini düşürürken ihracatçının rekabet avantajını törpülüyor. Firmalar yurtdışında daha düşük kâr marjıyla çalışmak zorunda kalırken, aynı ürünü iç pazarda satmak daha kârlı hale geliyor. Bu durum, özellikle KOBİ’lerde “ihracattan vazgeçme” eğilimini artırıyor.
Sahada konuştuğumuz sanayicilerden biri durumu şöyle özetliyor: “Eskiden yurtdışına satmak prestijdi, şimdi iç pazara mal yetiştirmek daha kârlı. İhracat yapıyoruz ama kazancımız yok.” Bir başka ihracatçı ise şu tespiti yapıyor: “Miktar bazında artmıyoruz. Fiyat artışları rekor gibi gösteriliyor. Ama üretim tarafında kapasiteyi artıracak yatırım iştahı yok.”
Verilere bakıldığında, 2021-2023 arasında Türkiye’nin ihracat birim fiyatı yüzde 25’in üzerinde arttı. Ancak aynı dönemde miktar endeksindeki artış yüzde 5 civarında kaldı. Bu, rekorların aslında fiyat kaynaklı olduğunu, nitelikli üretim ve teknoloji bazlı büyümenin yeterince güçlenmediğini gösteriyor.
Eğer Türkiye, ihracatını gerçek anlamda nitelikli şekilde artırmak istiyorsa, sadece rakamlara değil, üretimin kalitesine odaklanmalı. Katma değeri yüksek, teknoloji yoğun ürünlerin payı hâlâ toplam ihracatın %5’inin altında. Döviz kuru politikasında ihracatçının rekabet gücünü koruyacak bir denge bulunmalı, lojistik maliyetler ve enerji fiyatları rekabetçi seviyelere çekilmeli. Aksi halde, her ay kırılan “rekorlar” uzun vadede üretim kapasitesini değil, istatistiklerdeki illüzyonu büyütecek.