2004 yılı, Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveninde bir dönüm noktasıydı. Ama o dönüm noktası, ne yazık ki “ileriye” değil, “geriye” doğru bir kırılmayı başlattı.
Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne alınması süreci, Ankara’nın habersizce onayladığı belgeler ve “okunmadan atılan imzalar” ile Türkiye’nin dış ticaretinde bugüne kadar süren bir dengesizliğin temelini attı.
Kıbrıs Dosyası: Okunmadan Onaylanan Bir Süreç
24 Nisan 2004’te Kıbrıs’ta yapılan referandumda Türk tarafı Annan Planı’na “evet”, Rum tarafı ise “hayır” dedi. Bu sonuç, AB’nin adaya yaklaşımını değiştirmedi. 1 Mayıs 2004’te, fiilen bölünmüş bir ada, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden “tüm ada adına” AB üyeliğine kabul edildi.
Bu adım, Türkiye açısından diplomatik bir yenilgiydi. Çünkü Ankara, Brüksel’den gelen metinleri satır satır okumadan, içeriğini analiz etmeden “uyumlu ortak” olma hevesiyle onayladı.
O dönemde Brüksel’deki büyükelçinin imzaladığı bazı protokoller, Ankara’daki kurumların dahi bilgisi olmadan yürürlüğe girdi. “Kimsenin haberi olmadan imzalanan belgeler” yıllar sonra dış ticaret alanında Türkiye’nin elini kolunu bağlayacak bir yapının başlangıcı oldu.
Gümrük Birliği’nin Tek Taraflı Yükü
1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması, Türkiye’ye “eşit rekabet” getirecekti. Ancak süreç, AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye’nin otomatik olarak taraf olmaması nedeniyle tek taraflı bir bağımlılığa dönüştü.
AB bir ülke ile anlaşma yaptığında, o ülke mallarını Türkiye’ye gümrüksüz sokabiliyor; ama Türk malları aynı ülkelere giremiyor.
Bu dengesizliği değiştirmek için yıllardır “revizyon” çağrısı yapılıyor ama siyasi irade bu konuda adım atmıyor.
2004 sonrası dönemde, özellikle Kıbrıs meselesi nedeniyle AB ile siyasi ilişkiler dondu. Bunun sonucu olarak Gümrük Birliği’nin güncellenmesi masadan kalktı.
Sonuç: Türkiye hem siyasi olarak dışlandı, hem de ekonomik olarak cezalandırıldı.
Dış Ticarette Gerileme, Sanayide Bağımlılık
Bugün Türkiye’nin dış ticaret tablosuna bakıldığında, 2004 sonrası çizgi çok net:
- İhracatta yüksek teknoloji ürünlerinin payı yerinde sayıyor.
- İthal girdi oranı yüzde 75’e yaklaşmış durumda.
- AB pazarındaki payımız 2000’li yılların başına göre düşmüş.
- Katma değerli üretim yerine montaj ekonomisi hâkim olmuş.
Bu tablo, 2004’te “evet” denilen ama doğru okunmayan metinlerin ekonomik yansımalarıdır.
AB ile ilişkilerde duygusal söylemler ağır bastı, rasyonel ekonomi planlaması ise eksik kaldı. Kıbrıs’ta “siyasi jest” olarak atılan adımlar, ticarette “kalıcı zincir”e dönüştü.
AB Anlaşmalarını Yeniden Okuma Zamanı
Türkiye artık 2004’ün Türkiye’si değil; ama ilişkileri hâlâ 2004’teki hatalar yönetiyor.
Bugün yapılması gereken nettir:
- Gümrük Birliği kapsamlı biçimde revize edilmeli.
- AB’nin yaptığı her serbest ticaret anlaşmasına Türkiye’nin otomatik katılım hakkı sağlanmalı.
- Dış ticaret stratejisi, “ithalata dayalı ihracat” anlayışından çıkıp teknoloji ve üretim odaklı hale getirilmeli.
- Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin dış ticaret politikalarına rehin olmaktan çıkarılmalı.
2004’te Brüksel’de imzalanan her belgenin, aslında Türkiye’nin ekonomik kaderini nasıl şekillendirdiği bugün daha net görülüyor.
Bir ülke, kendi çıkarına dokunan her metni satır satır okumak zorundadır. Aksi halde, dış politikada verilen bir “evet”, yıllarca süren ekonomik “hayır”a dönüşür.