Türkiye ile Pakistan arasındaki ilişkiler, yalnızca diplomatik protokollerle açıklanamayacak kadar derin ve anlamlıdır.. Aradaki binlerce kilometre, gönül coğrafyasında hiçbir engel teşkil etmez; çünkü iki ülke aynı kıbleye yönelir, aynı duaya ellerini açar. Pakistan halkı, belki de Türkiye’yi en çok seven halktır. Bu sevginin en büyük kaynağı, kuşkusuz İslam’dır. Türkiye, tarih boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapmış, ümmetin yüreğini diri tutmuştur. Bu bağ, sadece diplomatik bir ilişki değil; imanla, tarihle ve kardeşliğin vicdanıyla örülmüş bir gönül bağıdır..
Hint alt kıtasındaki Müslümanların Osmanlı’ya olan sevgisi, yalnızca siyasi bir dayanışma değil, iman temelli bir bağlılıktı. Balkan Savaşları sırasında İstanbul’a gönderilen yardımlar, Anadolu’nun yetim kalan çocuklarına ulaştığında, ümmetin nasıl tek yürek olduğunu bütün çıplaklığıyla gösteriyordu. Allâme İkbal’in dediği gibi:
“Doğunun yeniden dirilişi, Anadolu’nun ayağa kalkmasıyla mümkündür.”
Bu söz, Türkiye–Pakistan kardeşliğinin hâlâ yaşayan bir hakikat olduğunu kanıtlıyor. Osmanlı’nın zor günlerinde Pakistanın gönülden gönderdiği yardımlar, yalnızca maddi destek değil; aynı zamanda ümmetin vicdanının ve imanının gücünü ortaya koymuştu.
Bugün Türkiye ve Pakistan, yalnızca tarih ve dua ile bağlı değil; stratejik ve ekonomik alanlarda da birbirini tamamlamaktadır. Savunma sanayinde ortak projeler, MİLGEM gemileri, insansız hava araçları ve ortak tatbikatlar, bu kardeşliğin modern tezahürleridir. Türkiye, Doğu Akdeniz’de haklı mücadelesini sürdürürken, Pakistan Keşmir meselesinde Türkiye’nin yanında durmaktadır. Bu karşılıklı destek, sıradan bir “stratejik ortaklık”ın çok ötesindedir; mazlumların duasını omuzlayan bir kardeşliğin somut göstergesidir.
Ekonomi alanında da bu bağ, güçlenerek ilerlemektedir. Türkiye ve Pakistan, ticaret hacmini artırmanın ötesinde, ortak kalkınma projeleri, enerji ve altyapı yatırımlarıyla Asya ve Ortadoğu’da istikrarın yayılmasına katkı sunmaktadır. Bu adımlar, yalnızca iki ülkenin çıkarlarını değil, ümmetin geleceğini gözeten bir perspektifle atılmaktadır.
Stratejik özerklik ve savunma sanayisinde yerlileşme çabaları da bu kardeşliğin bir parçasıdır. Pakistan, dışa bağımlılığı azaltarak kendi savunma kapasitesini güçlendirmeye çalışırken; Türkiye, savunma sanayinde yerli üretim ve ortak projelerle hem bölgesel güvenliği hem de stratejik özerkliği pekiştirmektedir. Bu işbirliği, yalnızca teknolojik ve askeri bir dayanışma değil; aynı zamanda ümmetin vicdanının ve iradesinin güçlenmesidir.
Manevi boyutta da bu kardeşlik, sınır tanımayan bir bağdır. Filistin’de akan kanı dindirmek, Arakan’da duyulmayan çığlığı duyurmak… İşte bu sorumluluk, Türkiye ve Pakistan’ın omuzlarında yükselen bir kardeşlik bayrağıdır. Mazlumların duası, Pakistan sokaklarından Anadolu’ya yankılanır; Anadolu’nun çığlığı, Pakistan’a ulaşır. Bu karşılıklı dayanışma, ümmetin vicdanını ve imanını canlı tutan bir köprüdür.
Tarih, bu kardeşliğin yalnızca bugünü değil, yarını da şekillendireceğini gösteriyor. Dün Balkan Savaşları’nda Lahor’dan İstanbul’a ulaşan yardımlar nasıl tarih yazdıysa, bugün İslamabad ile Ankara arasındaki dayanışma da ümmetin geleceğine mühür vuracaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği, yalnızca siyasi bir vizyon değil; ümmetin dayanışmasını görünür kılan bir duruştur.
Rabbimizin emri açıktır:
“Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurât, 10)
Türkiye ve Pakistan, ümmetin kalbinde yan yana durdukça adaletin sesi yükselecek, zulüm er geç çökecektir. Bu kardeşlik, sınırları aşan, zamanın yıpratamayacağı ve coğrafyanın ayıramayacağı bir bağdır. Ümmet, bu bağ sayesinde birbirine güvenmeyi, zor zamanlarda destek olmayı ve adaletin sesi olmayı öğrenir.
Türkiye ve Pakistan, yalnızca devletler olarak değil, ümmetin vicdanı ve sesi olarak birbirini tamamlamaktadır. Bu bağ, hem tarihin hem de geleceğin ışığında, ümmetin en sağlam kalesi olarak yükselmeye devam edecektir.
