Tarih, milletler için yalnızca geride bırakılmış olaylar zinciri değildir. Tarih, yaşayan bir ruhtur; kalplerimizi besleyen, yönümüzü tayin eden ve geleceğe ışık tutan bir rehberdir. İstanbul’dan Medine’ye uzanan Hicaz Demiryolu, bundan tam 125 yıl önce Sultan II. Abdülhamid Han’ın rüyası olarak doğdu. Bu hat, demir raylardan ibaret bir ulaşım yolu değil; ümmetin kalbinden kalbine uzanan, manevi, stratejik ve ekonomik boyutlarıyla çağın en büyük projelerinden biridir.
Sultan II. Abdülhamid, bu projeyi gündeme aldığında yalnızca bir hükümdar değildi; o, ümmetin bekçisi, mazlumların hamisi, İslam dünyasının kalbine dokunan bir liderdi. Hicaz Demiryolu onun gözünde, hac yolculuğunun güvenliğini sağlayan bir ulaşım aracı olmaktan öte, ümmetin birliğinin sembolüydü. Osmanlı’nın bölgedeki stratejik varlığını pekiştirecek, düşmanların oyunlarını bozacak, hacıların can ve mal güvenliğini koruyacak bir kalkandı. “Halkımın huzuru, ümmetin birliği, devletimin en büyük güvencesidir” sözü, Abdülhamid Han’ın bu vizyonunu en özlü şekilde ifade eder.
Fakat mali zorluklar, çölün zorlu şartları ve nihayetinde Birinci Dünya Savaşı’nın açtığı yaralar, bu rüyanın tam anlamıyla gerçekleşmesini engelledi. Arap İsyanı ile raylar söküldü, trenler durdu. Yarım kalan bu proje, ümmetin zihninde her zaman bir yara, ama aynı zamanda bir umut olarak kaldı.
Bugün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Sultan Abdülhamid Han’ın yarım kalan hayalini yeniden diriltmekle kalmıyor, ona yepyeni bir vizyon ekliyor. Hicaz Demiryolu, Erdoğan’ın liderliğinde artık sadece tarihî bir yadigâr değil; ümmetin yeniden ayağa kalkışının, Türkiye’nin bölgesel liderliğinin ve stratejik vizyonunun bir sembolüdür.
Sayın Erdoğan’ın defalarca dile getirdiği gibi, “Biz sadece kendi sınırlarımızdan sorumlu değiliz; gönül coğrafyamızın emaneti de bizimdir.” İşte Hicaz Demiryolu, tam da bu gönül coğrafyasını birbirine bağlayan bir köprü hâline gelmektedir. Türkiye’nin Orta Doğu’daki diplomatik ve lojistik etkisini doğrudan artıracaktır. Öncelikle hat, Türkiye’nin güneyden Körfez ülkelerine ve Arap Yarımadası’na açılan bir stratejik koridoru niteliği taşır. Böyle bir bağlantı, kara ve hava ulaşımına alternatif olarak güvenli ve düzenli bir seçenek sunarak, kriz dönemlerinde Türkiye’ye stratejik esneklik sağlayacaktır.
Ayrıca, hat üzerinde yer alan Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle ortak altyapı projeleri yürütülmesi, bölgesel istikrarı teşvik edecek bir diplomasi aracı olacaktır. Bu durum, Türkiye’nin “altyapı diplomasisi” çerçevesinde nüfuzunu artırmasına hizmet eder. Tarihî bağların canlandırılması, Ankara’nın yumuşak gücünü güçlendirerek Türkiye’yi yalnızca ekonomik bir aktör değil, aynı zamanda bölgesel barışın ve dayanışmanın inşacısı konumuna yükseltecektir
Demiryolu projelerinin temel katkılarından biri, maliyetleri düşürerek ticareti canlandırmasıdır. İstanbul’dan Şam, Amman ve Medine’ye uzanacak modern bir hat; Türkiye’nin ihracat ve ithalat kanallarını çeşitlendirecekdir
Kültürel turizm açısından da hat, büyük bir ekonomik potansiyele sahiptir. .Türkiye manevi liderlik rolünü yeniden hissettirecek. Her istasyon ve her ray, geçmişle geleceği, kültürle stratejik vizyonu birleştiren bir sembol hâline gelecektir.
Hicaz Demiryolu, Sultan Abdülhamid Han’ın rüyasıydı, ama bugün Erdoğan’ın vizyonuyla o rüya çok daha ötesine taşındı. Her tren, geçmişten geleceğe bir mesaj taşıyor.Tarihî miras ve stratejik vizyon bir araya geldiğinde, sadece ülkeler değil, kültürler ve inançlar da güçlenir. Hicaz Demiryolu artık sadece bir demir yolu değildir Ümmetin birliğini, Türkiye’nin ekonomik ve diplomatik rolünü ve manevi değerlerini pekiştiren bir mucize. Tarihî miraslar, taş ve tuğladan ibaret değildir; onlar bir milletin ruhudur, geçmişin fısıltılarıdır ve geleceğe uzanan köprülerdir.