Batı, İslam’ı tarih boyunca asla gerçekten anlamadı. Çünkü İslam, onların zihinlerinde tarif edilen bir sistem, bir ideoloji ya da bir araç değildi; İslam bir dirilişti, bir sorumluluk ve emanet bilinciydi. O, sadece kurallardan ibaret bir düzen değil, insanı varoluşuna çağıran bir hakikat yoluydu. Onlar, adaletin yeniden doğuşunu, merhametin dünyayı değiştirme gücünü gördüklerinde korktular. Çünkü özgürleşen bir insan, onların yarattığı düzenin zincirlerine sığmazdı.
İslamofobinin tarihi, sanıldığı gibi sadece 11 Eylül sabahında başlamadı. O tarih, Batı’nın maskesinin düştüğü andı; fakat korkunun kökleri yüzyıllar öncesine dayanıyor. Haçlı Seferleri, Endülüs’ün düşüşü, Moğol istilaları, Osmanlı’nın adalet dolu yönetimi… Hepsi, Batı’da İslam’a karşı hem bir korku hem de bir önyargı inşa etti.
İslam, özgürlük demekti; özgür insan ise, onların düzenine sığmazdı.
Endülüs’te yakılan kütüphaneler sadece kitapların değil, bir medeniyetin, bir hakikat ve ilim anlayışının külleri idi. Kolonyal çağda, İslam coğrafyası “geri kalmışlık” zehriyle zehirlendi; eğitim sistemleri, ekonomiler ve toplum yapıları manipüle edilerek bağımlı kılındı. Ama unuttular: Bu ümmet küllerinden doğmayı bilir.
Ve bugün, o küllerin altından yeniden bir ışık yükseliyor — adı Türkiye’dir.
Anadolu, asırlardır ümmetin kalbi oldu. Bu topraklar vicdan ve direniş merkeziydi. Bugün o kalp yeniden atıyor; Gazze’de, Somali’de, Bosna’da, Karabağ’da ve daha nice mazlum coğrafyalarda dualar yükseliyor:
“Türkiye varsa umut vardır.”
Türkiye artık vicdan haritasıdır. Diplomasiyle, insani yardımla, kültür ve inançla örülmüş bir yeniden doğuşun merkezidir. Mazlumun duasında, yetimin tebessümünde, direnişin adında var. Türkiye’nin adımları sessiz ama derin bir etki bırakıyor; bir zamanlar sömürülen coğrafyalara umut ve güven ekiyor.
Uluslararası alanda da Türkiye, İslam’ın yaşatılması ve temsil edilmesinde öncü rol oynuyor.
Türkiye, hem içerde hem dışarda İslam’ı anlatıyor ve yaşatıyor. Ancak modern dünyanın hızlı değişimi ve manevi boşluk tehdidi, bu çabaların stratejik, derin ve sürekli olmasını zorunlu kılıyor.
Modern çağın yeni dini “enerji”; yeni duası ise “evrenden istemek.” İnsanlar Rabbini unuttukça maneviyatı sahipsiz kalıyor; dileklerini evrene yöneltiyor, ancak bu talepler çoğu zaman boş bir yankıdan öteye geçmiyor. Oysa dua, sadece dilek dilemek değil, yönünü bilen bir teslimiyettir; bir rehbere ve hakikate yönelmektir.
Evrene fısıldanan arzular ise çoğu zaman yönünü kaybetmiş bir kibire dönüşüyor; insan, ne istediğini tam olarak bilmeden arzularının peşinde savruluyor.
Batı artık insanları doğrudan ateizmle değil, ilahsız maneviyatla inançlarından koparıyor. Ruhsuz bir ruhaniyet yaratıyor; anlam, bağlılık ve sorumluluk yok edilirken bireysel haz ve anlık tatmin ön plana çıkıyor.
Farkında olmadan milyonlarca insan bu oyuna dahil oluyor, manevi boşlukta savruluyor ve hakikatten uzaklaşıyor.
Gerçek dua ise insanın kalbini temizleyip ruhunu yönlendiren bir bilinçtir. Sadece dilek dilemek değil, irade ve teslimiyetle hakikate yönelmektir. Enerjiye tapmak, evrenden istemek ve arzulara teslim olmak ise çoğu zaman egonun tatminiyle sınırlı kalır; ruhu doyurmaz ve insanı yalnızlaştırır.
Modern çağın tuzağı budur: İnsanlar görünmez bir enerjiye yönelirken, gerçek Rablerini unutuyor ve manevi bir boşlukta savruluyor. Oysa bilinçli bir teslimiyet, hem içsel huzuru hem de dünyada anlam ve değer yaratmayı mümkün kılar.
Peki Dünya Neden İslam’dan Korkuyor?
Çünkü İslam sömürüye “hayır” diyor.
Çünkü İslam, adaleti sadece konuşmuyor — onu uyguluyor.
Çünkü İslam, insanı insana kul olmaktan kurtarıyor.
Ve Batı bunu çok iyi biliyor. O yüzden korkuyor; çünkü korku, onları hâlâ hâkimiyetleri altında tutan en güçlü araç.
Ama artık bu korkunun devri kapanıyor. Gazze halkı bunu başardı.
Gazze: Korkunun Kalbine Doğan Işık
Gazze, bombalara dualarla direndi. Çocukların taşları, tanklardan daha gür çıktı.
Her mermi, her enkaz bir hakikat haykırışına dönüştü:
“La ilahe illallah.”
Ve Batı şunu fark etti: Silah, inancı susturamıyor. Gazze, İslam’ın yalnızca bir inanç olmadığını, aynı zamanda bir direniş biçimi olduğunu dünyaya hatırlattı. İnsanlık, yeniden hakikatin gücünü gördü.
İslamofobi, Batı’nın değil, bizim suskunluğumuzun ürünüdür.
Kendi kelamımıza, kendi tarihimize, kendi duasımıza döndüğümüzde korku yerini rahmete bırakacaktır.
Gazze’de, Kudüs’te, Şam’da, Bakü’de, İstanbul’da aynı dua yükseliyor:
“Allah’ım, bizi yeniden birleştir.”
Ve bu dua kabul olduğunda, korku bitecek, ümmet yeniden doğacak.
Çünkü artık korkunun zamanı geçti; şimdi, imanın, dirilişin ve adaletin zamanı.