Semavi dinlerin üçü de, insanlığın sonunun bir büyük savaşla mühürleneceğine inanır.
Hristiyanlıkta bu savaşın adı “Armageddon”, İslam geleneğinde ise “Melhame-i Kübra”dır. Yahudilikteki “Gog ve Magog” anlatısı da bu büyük felaketler çağının parçasıdır. Fakat burada gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek var: Bu kehanetler sadece geleceği değil, bugünün politikalarını da şekillendiriyor.Netanyahu’dan Bush’a, Trump’tan Evangelist lobilere kadar pek çok Batılı liderin, Armageddon’u sadece “kutsal metinlerdeki bir son” olarak değil, uygulanması gereken bir siyasi plan olarak gördüğü biliniyor. Esasen, bu bir inançtan çok bir stratejiye dönüştürülmüş durumda.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Deccal’i “iki gözü arasındaki kâfirlik damgasıyla” tarif eder. Deccal, sadece bir şahıs değil, bir sistemdir. Bir akıldır, bir düzenin adıdır.
Bugün dünyanın dört bir yanında, insanların zihnine hükmeden, kalpleri karartan, hakikati örten medya mekanizmaları, dijital algı savaşları, yapay gündemler ve “post-truth” dönemi… Bunların hiçbiri sıradan teknolojik gelişmeler değil. Deccal’in göz boyayan, ama hakikati yok eden düzeninin parçaları olabilir mi?İnsanların hakikatten koparılması, merhametin karikatürleştirilmesi, inancın ya metalaştırılması ya da radikalleştirilmesi…
Bunların tümü, modern zamanın şeytanî sistemlerine işaret eder. Deccal belki de bugünün dijital ekranlarında, sanal sermayesinde, kalbi mühürleyen propaganda dilinde yaşamaktadır. Onu sadece bir “canlı” olarak değil, bir “çağ” olarak okumak gerek.
Evangelist bazı gruplar, İsrail’in bölgede güçlenmesini hızlandırıyor çünkü kendi inançlarına göre Mesih ancak bu şartlarda yeryüzüne inecek. Ve ilginçtir, Mesih geldikten sonra Yahudiler de tövbe etmezse helâk olacak — bunu Hristiyan metinleri açıkça söyler. Yani siyonist görünse de aslında Yahudi karşıtı bir plan yürütülüyor ama işin perde arkasını gören çok az.
İşte bu yüzden, Irak, Suriye, Libya, Filistin, Yemen… Tüm bu yıkımlar sadece petrol, enerji ya da siyasi çıkar değil; bir “kehaneti gerçekleştirme” arzusunun savaş alanları. Bu topraklarda akan her kan, Mesih’in dönüşüne giden yolu temizlemeye çalıştıklarını düşünen akılların ürünüdür.
Melhame-i Kübra’nın yeri olarak rivayet edilen Dabık, tarihte bir Osmanlı zaferiydi. Bugün ise Suriye’de kan ve fitnenin döküldüğü topraklardan biri…
IŞİD’in buraya bu kadar anlam yüklemesi, sadece coğrafya değil, kehanet siyasetinin yeni bir yüzüdür.Ama unutmamalı: Gerçek İslam, yeryüzüne rahmet olarak gönderilen Peygamber’in (s.a.v) izinden gitmektir; kafaları kesmek değil, kalpleri fethetmektir. IŞİD ve benzeri yapılar, Melhame-i Kübra’ya hizmet ettiğini sanırken aslında Deccal’in piyadeleri hâline geldiler.
Kıyametin savaşla başlayacağına inanılır, oysa hadislerde geçen şu cümle çok daha sarsıcıdır:
“Kıyamet, insanlar üzerine aniden kopar. Onlar alışverişteyken, elbise dikerken, yemek yaparken…”
Yani hayat tam da olağan akarken, insanlar sanki hiçbir şey olmayacakmış gibi yaşarken… Kıyamet kopar. Bu bize şunu gösterir: Kıyamet sadece nükleer bir savaş ya da meteor değil, ahlakın ölümü, adaletin susması, kalbin donması ile başlar.
Bir millet adaleti terk ettiğinde, zalimi alkışladığında, rüşveti meşru gördüğünde, imanı çıkarla değiştirdiğinde… Kıyamet orada başlar.Bugün dünya yeniden bir hesaplaşmaya sürükleniyor. Doğuda ve batıda insanlar huzursuz, insanlar yorgun. Kimi Armageddon için gün sayıyor, kimi Deccal’in gelişini bekliyor.Ama biz Müslümanlar biliriz ki zulmün gücü varsa, mazlumun Allah’ı vardır.
Kıyamet yakınsa, bu bize korkuyu değil, uyanmayı emretmelidir.
Bediüzzaman’ın Şualar adlı eserinde, Beşinci Şua kısmında bu konuyla alakalı tafsilat vardır. Konuyu daha derin tahlil için bakılabilir: https://www.erisale.com/#content.tr.4.708