“Fitne uykudadır, onu uyandırana lanet olsun.” (Hadis-i Şerif)
İslam coğrafyasının bağrında kanayan her yara, yalnızca siyasi ya da ekonomik bir mesele değil; aynı zamanda inançla, tarih bilinciyle, ümmet sorumluluğuyla doğrudan bağlantılı bir imtihandır. Bugün sessizce örülen ve ‘David Koridoru’ adı verilen bu stratejik yapı, yalnızca harita üzerinde bir çizgiden ibaret değildir. Bu, yüzyıllardır İslam dünyasına yönelen küresel mühendisliğin yeni bir halkasıdır. Bu koridor, bir enerji hattı değil, bir akıl ve iman savaşıdır.Bugün İsrail’in bu projeye “David” adını vermesi, boş bir tercih değildir. Çünkü Davud Aleyhisselâm, Tevrat’ta “Kudüs’ün sahibi” olarak geçer. İsrail bu isimle hem bir mesaj veriyor hem de Tevrat kaynaklı mesihî rüyalarını fiiliyata döküyor.
David Koridoru, Doğu Akdeniz’den başlayarak İsrail’den BAE’ye, oradan Hindistan’a uzanacak şekilde planlanan ve Hürmüz Boğazı’na kadar inen bir “medeniyet kırığı” oluşturmayı hedeflemektedir. Bu kırık, Müslüman halklar arasındaki dayanışmayı, kardeşlik hukukunu ve jeopolitik bağımsızlığı kökten zedelemeyi amaçlamaktadır.
Bu koridor; İsrail’in güvenlik hattı, Amerika’nın enerji politikası, İngiltere’nin post-emperyal stratejisi ve bazı Körfez ülkelerinin işbirlikçi vizyonu ile örtüşmektedir. Amaç açıktır: Türkiye’yi devre dışı bırakmak, Pakistan’ı yalnızlaştırmak, Azerbaycan’ı tarafsızlaştırmak ve Orta Asya’ya giden İslami köprüleri koparmaktır.
Tarih, bu tür haritalarla yüzyıllardır şekillendirilmek istenmiştir. Haçlı Seferleri bir inanç savaşıydı, ama aynı zamanda bir yol haritasıydı. 1916 Sykes-Picot anlaşması da harita çizmekle kalmamış, milletlerin kalbini parçalamıştı. Bugün David Koridoru da aynı aklın başka bir sürümüdür. Fark, yöntemlerin değişmesi, ancak niyetlerin sabit kalmasıdır.
Tarihten bir örnekle; 1492’de Endülüs’ün düşüşü yalnızca İspanya’nın iç meselesi değildi. Bu, Batı aklının İslam coğrafyasını nasıl medeniyetsizleştirme hamlesinin başlangıcıydı
Türkiye’nin bu süreçteki duruşu, sadece bölgesel bir güç mücadelesi değildir. Bu, yeryüzünde yeniden kurulan zulüm düzenine karşı kadim bir “emanet nöbetidir.” Türkiye, yalnızca harita üzerindeki bir ülke değil; ümmetin gözü, sesi, umududur.
Ve bu umut; ne yalnız diplomasiyle korunur, ne sadece askeri güce dayanır. Bu umut, ilimle, hikmetle, ferasetle ve imanla büyür. Bugün Türkiye’nin yönünü Kudüs’e, Bakü’ye, Kabil’e, Saraybosna’ya çeviren her adım; sadece politika Haritalara değil, hakk’a bakmamız gerekir. Koridor değil, köprü kurmak; tuzak değil, dua inşa etmek zamanıdır. David Koridoru’nun haritası tuzaklarla doludur. Ama biz biliriz ki;
“Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”
(Âl-i İmrân, 3/54)
Unutmayalım ki; Onlar plan kurar… Ama evelallah, hiçbir şey yapamazlar. Çünkü bu milletin kalbi hâlâ Kudüs’tedir, eli hâlâ mazlumların üzerindedir, duası hâlâ gökleri titretmektedir.
Gelin, koridorlara değil, köprülere inanalım., kardeşliği değil, ihaneti yalnızlaştıralım.
Çünkü Kudüs suskun değilse, ümmet henüz bitmemiştir.
Ve Türkiye, sadece bir ülke değil; bir duanın adıdır.