Bazen bir ülkenin sessizliği, sadece yıkımın değil; yeniden dirilmenin de habercisidir.
Suriye, mazinin ihtişamını ve son yılların acılarını aynı toprağın bağrında taşıyor. Her taşında bir dua, her sokağında bir hatıra var. Gök kubbesine sinmiş ezan sesleri hâlâ ümmetin kalbini çağırıyor: “Beni unutma…”
Suriye hakkında okuduğum kitaplarda hep aynı gerçeğin altı çiziliyor: Bu ülke yıkılsa da ruhu yıkılmadı. Bu toprak, savaşın gölgesinde bile kültürün, inancın ve ticaretin nabzını tutmayı başarmış bir coğrafya.
Bugün, 2025’in eşiğinde Suriye yeniden doğmak istiyor. Amerika’nın yıllardır uyguladığı ambargonunkalkması, bölgedeki jeopolitik dengelerin değişmesi ve Türkiye’nin köklü tarihi bağları, bu dirilişi mümkün kılacak yeni bir fırsat penceresi açıyor. Bu kez mesele sadece ekonomi değil; tarih, vicdan ve kardeşlik meselesidir.
Suriye’nin ticaretinin neden zayıf olduğunu anlamak için sadece rakamlara bakmak yeterli değildir. Bu ülke, yıllarca savaşın yıkıcı etkileriyle mücadele etti; şehirler yerle bir oldu, yollar kapandı, pazarlar sustu. Ama hâlâ bir nabız atıyor. Çünkü bu topraklar, sabrın ve bereketin harman olduğu bir coğrafyadır. Direnen halkı, alın teriyle toprağı yoğuran çiftçisi, yıkıntıların arasından yeniden ticaretin yolunu arayan esnafı, dimdik ayakta.
Tarih bize bugünü nasıl onaracağımızı öğretir. Osmanlı’dan miras kalan ticaret kültürü bu topraklarda hâlâ nefes alıyor. Yüzyıllar önce Şam, Halep, Hama ve Humus; doğunun ve batının buluştuğu, ipeğin, sabunun, zeytinyağının ve bilginin dolaştığı şehirlerdi. Bugün de aynı damar yeniden atıyor.Tarımın bereketi, tekstilin emeği, inşaatın gücü hepsi bu yeniden doğuşun damarlarıdır. Toprak yeniden canlandığında, üretim güçlendiğinde, şehirler yükseldiğinde; Suriye yalnız ayağa kalkmakla kalmayacak, Türkiye ile birlikte bütün bölge için umut ve istikrar kaynağı olacaktır.
Türkiye, doğru yatırımlar ve stratejik işbirlikleriyle bu süreçte belirleyici bir role sahiptir. Ancak çoğumuz bu fırsat karşısında çekimseriz; belki yeterince tanımıyor, belki de geçmişin gölgesinden çıkamıyoruz. Oysa Suriye’yi anlamak, sadece riskleri değil, imkânları da görmektir .Suriye, yalnızca tarihî ve kültürel bir mirasa sahip değil; yüzölçümü ve doğal kaynakları bakımından da bölgenin stratejik ülkelerinden biri. Yaklaşık 185.000 km²’lik toprağı, verimli Fırat ve Asi nehirleri vadileri, Akdeniz’e uzanan kıyıları ve çöl ile dağlık bölgeler arasındaki çeşitlilikle dikkat çekiyor. Tarımdan enerjiye, tekstilden gıdaya, inşaattan altyapıya kadar pek çok alanda Türkiye’nin bilgisi, sermayesi ve tecrübesi bu ülkenin yeniden doğuşuna can suyu olabilir.
Bugün Suriye’de, bir yandan tarım hâlâ GSYH’nin yaklaşık %43’ünü oluşturacak düzeyde potansiyel taşıyor; bir diğer yandan yıllardır süren savaş ve altyapı yıkımı bu potansiyeli fiilen sınırlandırdı. Tarım sektöründeki iş gücü %15 düzeyinde iken, sanayi ve hizmetler öne çıkmış durumda. Bu tablo bize şunu söylüyor: Topraklar canlandırılmayı bekliyor.
Asırlar boyunca ümmetin kalbi olan bu şehir, bugün yeniden ayağa kalkmak için çağrıda bulunuyor. O taş duvarların arasında yankılanan dualar bize bir şeyi hatırlatıyor: “Kardeşini ayağa kaldır, çünkü onun dirilişi senin de dirilişindir.”
Suriye’nin yaralarını sarmak sadece devletin değil, milletin de görevidir.. Türk girişimciler yalnız kâr amacıyla değil, kardeş coğrafyanın umudu olarak hareket ettiğinde, tarihin yönü değişir.
Osmanlı’dan devraldığımız bu emanet, hem ticari hem manevi bir borçtur.
Evet, riskler vardır. Ama korkularımız geçmişten beslenirken, umudumuz inançtan doğar. Her risk, içinde bir fırsat; her enkaz, yeni bir inşanın çağrısıdır. Suriye’yi anlamak, aslında ümmeti anlamaktır. Çünkü bu coğrafya yalnız taş ve toprak değildir; sabır, dua ve dirilişin toprağıdır.
Bugün ticaretin diliyle atılan bir adım, yarın ümmetin dirilişine vesile olabilir. Bu coğrafyada ticaret sadece mal alışverişi değildir; vefa, dua ve emek alışverişidir. Türkiye bu bilinci diri tutarsa, Suriye’nin yeniden doğuşunda sadece bir ortak değil, bir öncü olur.
Osmanlı’dan devraldığımız ticaret geleneğini, üretimin emeğini ve kardeşlik bilincini günümüzle buluşturursak; Suriye’yi yeniden ayağa kaldırabilir, hem şehirleri hem gönülleri diriltebiliriz.