Dr. Hamid Şehanegi
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Sosyal Politika ve Sosyal Adalet

Sosyal Politika ve Sosyal Adalet

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Günümüzde sosyal eşitsizlikler, ekonomik krizler, göç ve siyasi kutuplaşma zirveye ulaşmışken, sosyal politika artık yalnızca akademik bir konu değil, toplumsal istikrar ve hayatta kalma açısından acil bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Klasik anlamda sosyal politika, kamusal refahı sağlama, eşitsizlikleri azaltma, dağıtımda adaleti temin etme ve kırılgan grupları koruma amacı güden politika ve kurumlar bütünüdür. Modern toplumlarda bu görev, ağırlıklı olarak devlete aittir: sosyal politikaların tasarımı, finansmanı ve uygulanması devlet eliyle yürütülür. Ancak temel soru şudur: Bugünün Türkiye’sinde sosyal politika, mevcut karmaşık ve çok katmanlı yapıya nasıl yanıt verecek şekilde yeniden tanımlanabilir?

Türkiye, 1980’lerden bu yana sosyal politika alanında oldukça inişli çıkışlı bir yol izlemiştir. Bir yandan sosyal güvenlik sistemlerinin geliştirilmesi, genel sağlık sigortası ve düşük gelirli gruplara yönelik destekler gibi çabalar olmuştur. Diğer yandan, sosyal politika sistemi; popülizm, merkeziyetçilik ve kurumsal istikrarsızlıkla boğuşmuştur. Özellikle 2020’li yıllarda, ekonomik krizin derinleşmesi, yüksek enflasyon, Türk Lirası’nın değer kaybı ve milyonlarca sığınmacının ülkeye gelişiyle birlikte sosyal sorunlar kritik bir seviyeye ulaşmıştır.

Böyle bir ortamda, sosyal politika yalnızca adaletin tesisi için değil; aynı zamanda sosyal çöküşü ve devlet-toplum ilişkilerindeki güven kaybını önleyici bir bariyer olarak değerlidir.

Refahçılık ile Otoriterlik Arasındaki Çatışma

Günümüz Türkiye’sindeki temel çelişkilerden biri, sosyal politikaların yarı-otoriter bir siyasal sistem içinde şekilleniyor olmasıdır. Her ne kadar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (SYDV) ya da Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) gibi resmî kurumlar hizmet sunsalar da, bu hizmetler çoğu zaman siyasal sadakati koruma, toplumsal kontrol sağlama ya da seçimsel amaçlara hizmet etme amacını taşımaktadır. Bu durum, sosyolojik açıdan bakıldığında, sosyal adalet kavramının içinin boşaltılmasına neden olmaktadır.

İskandinav ülkelerinden farklı olarak, sosyal politikanın demokratik bir toplumsal sözleşmenin parçası olduğu bir model Türkiye’de görülmemektedir. Aksine, sosyal politikalar yukarıdan aşağıya, güç ilişkilerine dayanarak şekillendirilmekte, toplumsal diyalog mekanizmaları ise zayıf kalmaktadır.

Bu bağlamda, John Rawls’un “fırsat eşitliği” ve “en dezavantajlı grupların durumunun iyileştirilmesi” ilkelerine dayanan adalet teorisine atıfta bulunmak yerinde olacaktır. Türkiye 2025’te fırsat eşitliği değil, eşitsizliklerin yeniden üretimi ile karşı karşıyadır. Orta Anadolu’daki eğitim kalitesi ile İstanbul’un çeperleri veya ülkenin güneydoğusundaki eğitim düzeyi arasında ciddi farklar vardır. Kadın istihdamı, genç işsizlik oranı ve iş piyasasındaki ayrımcılık gibi göstergeler, sosyal politikanın adalet ilkesinden uzaklaştığını ortaya koymaktadır.

“Şehir hastaneleri” gibi büyük ölçekli projelerde dahi, yüksek yatırımlara rağmen sağlık hizmetlerine eşit erişim sağlanamamış, aksine kamusal hizmetlerin ticarileştiği örneklere rastlanmıştır.

Göç Krizi ve Vatandaşlık Eşitliği Meselesi

Günümüzde sosyal politikanın karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri de göç ve sığınmacılar meselesidir. Bu gruplara bazı temel hizmetlerin sunulmasına rağmen, Türkiye’nin refah sistemi bu toplulukların ekonomik ve toplumsal entegrasyonuna dair kapsayıcı bir çözüm üretememiştir. Bu durum toplum içinde yeni çatlaklar yaratmakta ve kültürlerarası gerilimleri artırmaktadır. Sosyal adalet açısından bakıldığında, “sosyal vatandaşlık” kavramı yeniden gözden geçirilmelidir: Sığınmacılar, göçmen işçiler ve kent çeperlerinde yaşayan yurttaşlar gerçekten eşit haklara sahip midir?

Bazı sembolik reformlara rağmen, Türkiye hâlâ istihdam, eğitim ve sosyal hizmetler alanında derin bir toplumsal cinsiyet uçurumu ile karşı karşıyadır. 2025 itibarıyla kadınların iş gücüne katılım oranı yaklaşık %34’tür; bu oran Avrupa ortalamasının oldukça altındadır. Sosyal politikaların etkili olabilmesi için toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanması ve yapısal engelleri kaldırması şarttır. Görünürde tarafsız politikalar artık yeterli değildir.

Gelecek İçin Yol Haritası: Sosyal Politika Bir Kurtuluş Olabilir mi?

Türkiye’nin daha eşitlikçi ve sürdürülebilir bir topluma dönüşebilmesi için sosyal politikanın kriz yönetimi aracı olmaktan çıkıp, demokrasi ve katılım aracı haline gelmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, “iyi sosyal politika” ancak toplumsal diyalog, şeffaflık, etkinlik, sivil toplumun katılımı ve temel insan haklarına saygı ile mümkündür.

Bir sosyolog olarak önerim; kamu sigortaları, hedeflenmiş yardımlar, nitelikli kamu hizmetleri ve halkın aktif katılımını bir araya getiren çok katmanlı bir refah sisteminin inşa edilmesidir. Bu sistem hem kısa vadeli ihtiyaçlara cevap vermeli, hem de yurttaşların güçlenmesini ve uzun vadeli toplumsal dönüşümü hedeflemelidir.

2025 Türkiye’sinin ihtiyacı sadece sosyal harcamaların artırılması değil; sosyal politikanın felsefi olarak yeniden tanımlanmasıdır: Gücü tahkim etmeye yönelik değil, adaleti, eşitliği ve toplumsal umudu güçlendirmeye yönelik bir sosyal politika.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Medyabir Haber Ajansı ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!