Sanırım, biz daha çok genelgeçer hususlar üzerinde yazmaya devam edeceğiz.
Yeni anayasa isteyenlerin gerekçelerine ve güya(!) umutlarına bakıyorsunuz: Özgürlükçü ve sivil anayasa taleplerini görüyorsunuz. Ee zaten bu anayasa, 82 Anayasası, AK Parti iktidarları dönemlerinde çeşitli vesilelerle daha özgürlükçü bir ortamın yeşermesi ve sivil siyasetin önünü açmak için değiştirilmedi mi?
Kapalı kapılar ardında neler konuşulduğundan ve nelerin tasavvur edildiğinden bihaber olduğumuz için, kamuoyu olarak ve sade/sıradan vatandaşlar olarak, muamma içinde beklemekteyiz.
Buradan, şapkadan tavşan mı çıkacak ya da sürpriz mi?
Belli değil.
Artık, siyasetçilerin şundan emin olmaları gerekmekte. Anayasanın amir maddelerini/hükümlerini değiştirmek gibi, hüsnü kuruntu içinde olmamak gerekir. İlk dört madde zaten bunları ihtiva etmekte. Yine, millet tarifi ve vatandaşlık tarifi ile resmi dil unsuru veçhesinden, yeniden tartışma oluşturmaya gerek yok.
Aslında, çok fazla sorgulama yapmaya gerek yok. Türkiye Cumhuriyetini kuran kimdir? Elcevap: Türk/Türkiye halklarıdır. Halk ifadesinden telakki edilmesi gereken, sınırları çizilen bir coğrafyada(Türkiye’de) yaşayan halkın bütününü, yani hiçbir dinî ve etnik ayrım yapmadan, Türk halklarının tamamıdır.
Aynı ülkü etrafında toplanmış ve Türkiye sınırları içinde yaşayan Türk halklarının siyasal ve sosyolojik bir olgu etrafında kendi rızası ile birleşmesiyle bir milletin tesis edileceği, yine bu millete, Türk Milleti denileceği ATATÜRK’ÜN “Türk Milleti” tanımında yer almaktadır.
Burada gözden kaçmaması gereken husus, Türk Milleti tanımlamasındaki “Türk” sözcüğünün bir sıfat olarak değil, değişik etnisitede olan yurttaşların hepsine verilen ortak bir isim olduğudur.
* * *
Bu raddede şeffaf bir biçimde tarif edilen kavrama- Türk Milleti- özellikle etnik yüklemeler yapmak, bu kavrama yapay anlamlar yakıştırmaktan başka bir şey değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ulus-üniter devlettir. İşte bu anayasa yapımı süreçlerinde, DEM Parti’den gelebilecek, Kürtçenin ikinci resmi dil olması, yine anayasal vatandaşlık tanımlaması, muhtariyet, yerinden yönetim, yerel özerklik gibi, birliği ve bütünlüğü, ezcümle ahengi bozucu taleplerin milletimizin “kırmızıçizgileri” dikkate alınarak, değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda, vatandaşlık esasına dayalı milliyetçilik; ırk ve din farkı gözetmeksizin ortak kimlik (üst kimlik) etrafında her yurttaşı “Türk” saymaktır, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı saymaktır. İşte bu bağlamda yine “ulus devletin” öz ve kısa anlamı yukarıda vücut bulmaktadır.
Kültürel kimlik bir bireyin toplumsal ilişkiler ağı içinde kendisini ifade edebileceğine inandığı özgül kimlik nitelikleridir. Kişi, toplumsal-politik kimliğini üst kimlik olarak benimseyecek, içselleştirecek ve nihayetinde kabul edecek, eşânda bireysel kültürel kimliğini (alt kimliğini) ikincil bir kimlik olarak telakki edecektir.
Yurttaşlığa dayalı milliyetçilik, yukarıdaki saptamalardan hareketle Türkiye halkını tesis eden farklı dinî ve etnik aidiyetlere mensup vatandaşların, topluma- büyük aileye- entegre edilmesini öngörür.
Entegrasyon, kişilerin/bireylerin, aidiyet duygusu hissettikleri alt kimliklerini engellemeden, üst kimliklerini muhafaza etmelerini sağlamaktadır.
Entegrasyon, kimlikler üzerinden değerlendirilmemeli, asırlarca kader birliği yaptığımız, kederde ve kıvançta ortak olduğumuz bireylerle ortak bir gelecek tasavvurumuz ve ortak değerlerimiz, bizleri birbirimize bağlayacak en büyük etken olmalıdır. İmparatorluğun çöküşüne şahit olmuş Cumhuriyetin kurucu kadroları, imparatorluğun son iki yüz yıllık acılı tarihinden etkilenmiştir.
Tüm bu ilerlemeler çerçevesinden bakıldığında, modern ulus devlet zihniyeti ve liberal demokrasi görüşü, bireysel özgürlüklerin önünü kesmez, kapatmaz. Aksine, modern ulus devletler, bireysel kültürel özgürlükleri genişletir, kalitesini artırır. Kültürel alanda bireysel özgürlüklerin önünün açılması, etnik kimliği güçlendirecek bir faktör olarak değil, yurttaşların bireysel hürriyet alanını, yaşam kalitesini ve ülkelerine olan sadakatlerini güçlendirici bir kaldıraç olarak değerlendirilmelidir.
* * *
Çağdaş demokratik toplumlarda, üst kimliğin dışında, alt kimlik özelliklerinin dile getirilmesi ve yaşanması olanaklıdır. Burada önemli olan, alt kimliklerin bizi bir arada tutan üst kimliğin önüne geçerek, onu parçalayan, egemen bir kimlik hâline dönüştürülmemesidir.
Bir etnik kimliğin “siyasallaştırılması” başka bir söylemle siyasal temsil vasıtası olması, sosyo-politik kimlik unsuru hâline getirilmesi, devletle olan siyaset ilişkisinin etnik kimlik üzerinden yapılması demektir. Bu değişim, üst kimliğin tartışmaya açılması anlamına gelmektedir.
Zaten, daha önce bu yönde girişimler oldu. Geçmiş yıllarda da yeni anayasa yapımı çalışmalarında, işte belirttiğim gibi Kürtçenin ikinci resmi dil olması, yerinden yönetim veya yerel özerklik gibi kendi kendine idare talepleri seslendirilir olmuştu.
Bugün, Ortadoğu coğrafyası, milletleşemeyen yığınların, neden uygar bir toplum yaşantısından uzak olmalarının dersleriyle doludur ve örnek teşkil etmektedir.
Alt kimlik hasletleri ancak kültürel kimlik biçiminde bireysel düzeyde yaşanmalı, geliştirilmeli ve korunmalıdır. Bu minvalde yapılacak davranışlar zaten bir zenginlik olarak kabul edilecektir. Bireysel özgürlüklerin sınırı, azınlık ve grup hakları ile kesişmemeli, yeni azınlıklar ve üst kimlik oluşmasına vesile olmamalıdır. Tarihsel hafızamız, ulusumuzun mutlu ve müreffeh geleceği ve anayasal düzenimizin korunması veçhelerinden bunu, elzem görmektedir.
Hülasa…
Üst kimlik tüm yurttaşlarımızı ortak bir paydada eşitleyen, geçmişinden kopmadan, geleceğe huzurla ve güvenle bakan millet ve vatandaşlık ağını en iyi bir biçimde ulus-üniter devlet modeliyle kurgulamakta ve bunun için de yurttaşlarından “sadakat” beklemektedir. Bir devlet; vatandaşlarına hak ve hürriyetler arz ederken, aynı zamanda aidiyetindeki yurttaşlarına anayasal olarak ödev ve sorumluluklar yükler.
Yeni anayasa çalışmalarında, ki bu anayasa kotarılabilirse, üst kimlik özelliklerine halel getirmeden, öte yandan çok seslilik ve çok kültürlülük gibi alt kimlik niteliklerini örselemeden, baskılamadan, çağa ayak uyduracak öz ve kısa bir anayasa metninin hazırlanması, artık bir ÜTOPYA olmamalıdır.