Erhan Salman
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Teori ve Pratik Farklı Olunca Yaşananlar Türkiye Gerçeği Olur/Oluyor!

Teori ve Pratik Farklı Olunca Yaşananlar Türkiye Gerçeği Olur/Oluyor!

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İktidarların performansını ölçerken geçmişe gönderme yapmak âdettendir.

Bugün, Türkiye’de artık sihirli bir hâle gelen “istikrar”, “güven”, “sürdürülebilirlik” kavramlarının, zemin kaybettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.

Uzun yıllardan beridir tek parti iktidarının olması ülkede huzur ve refah bekleyenler açısından hep desteklenen bir durum olmuştur. AK Parti iktidarları toplumun geniş bir bölümünden neden destek gördü dense, zaten alınabilecek cevaplar az-çok bellidir…

Türkiye’nin gelişmekte olan ülke kategorisinden çıkarak, en azından artık gelişen ekonomiler sınıfına dâhil olmasıdır. Bu nasıl olacak? Doğal olarak, aklı ve bilimi ön plana çıkaran düzenlemeler ve politikalar ile olacaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi, muhafazakâr demokrat bir iktidar/parti olma hedefi ile yola çıkarak, bu zamana kadar kâh ülke içi durumdan kâh dünyanın konjonktürel durumundan yararlanarak, iktidarını konsolide etmiştir.

Artık şu bir gerçek…

***

AK Parti bugünkü Türkiye’de özgürlükleri savunmuyor. Özgürlüklerin önünü açmak için en küçük bir çaba harcamıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi daha önceki partilerin zaafına düşmeye devam ediyor. Geniş halk kitlelerinin oyunu alarak hükümet olan AK Parti, son tahlilde çıkar gruplarının/çevrelerinin ve sermaye sahiplerinin hem siyasî hem de ekonomik menfaatlerini gözetir hâle gelmiştir.

Gelinen noktada AK Parti’nin toplumun farklı katmanlarından destek gördüğü savlansa da, bu desteğin hem “samimiyeti” hem de “sadakati” sorgulanmaya muhtaçtır. Geçmiş dönemlerde yapılan siyasi hatalardan bıkan geniş halk yığınları, AK Parti’ye memleketi daha açık bir toplum hâline getirmesi hem de yaratılan iktisadî büyüklüğün toplum tabanına daha adilanece paylaştırılması adına seçim dönemlerinde yetki vermişti.

Demem o ki iktisat, ülkenin düzen ve huzur içinde varlık sürdürmesi açısından önemli bir parametredir.

***

Enflasyon yükselirken hanehalklarının alımgücü düşmekte. Teorik olarak bakıldığında, yani kitabî olarak konuşulsa bir ülkede ekonomik durgunluk varken ve ekonominin çarkları gıcırtı çıkara çıkara dönüyor ve son tahlilde yaşamı idame ettirmek gün geçtikçe zorlaşıyorsa, o ülkede iktidarların yıpranması ve doğal olarak popülaritesini kaybetmesi gerekir.

Türkiye gibi ülkelerde “algı oyunlarının” sahnelenmesi ve toplumun gazını almak adına hamasî söylemlere başvurulması, çokça rastlanagelen bir hadisedir. Dediğim gibi bizim gibi ülkelerde, ne teorik ne de kitabî söylem, cümle veya kural/kanunların bir önemi vardır. Bu cilalı cümleler kitaplarda, ders sıralarında öğrencilere pek güzel “ezberlettirilir”, yıllarca kafalarına çakılır…

Ama ne çare? Hayatın gerçekleri Türkiye’de çok farklı işlemekte. Demokrasiyi yeri geldiğinde o kadar abartırız ki zannedersiniz memleketimizden başka diyarlarda demokrasiye ehemmiyet verilmemekte. Veya demokrasi olgusunu yeri geldiğinde o raddede ayaklar altına alır, hatta çukur seviyesinin bile altına indirir paspas ederiz. Türkiye’de dengeyi kuramıyoruz. Evet, Müslüman bir ülkeyiz ama anayasamızda bu ülkenin laik ve sosyal hukuk devleti olduğu yazıyor.

***

Kendi özel yaşamımızda gözeteceğimiz veya gözetmemiz gereken manevî ve dinî hasletlerimizi tüm içtimaî yaşama teşmil edince, toplumsal kargaşalar ve huzursuzluklar tezahür etmeye başlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kim ne derse desin “İslam Devleti” değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeni seküler tabanlar üzerinden inşa edilmiştir. Ve bu bağlamda Türkiye’yi bulunduğu coğrafyada “tek ve biricik” modern devlet yapmaktadır.

Anayasaları ve kanunları olan ülkelerde yasaların neşet ettikleri kaynak veya dayanak önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem anayasasını hem de yasalarını “kutsal kitaptan veya metinlerden” değil, insan aklı ve ürünlerinden oluşturmuştur. Bugün, 100 yıldır modern ve laik hukuk devleti olma niteliğiyle geleceğe daha müreffeh ve saygın bir devlet olma hedefiyle hamleler yaptığımız gerçekliğinde, bireysel ve kamusal dengesini çok iyi tutturmamız gerekecektir. En son tahlilde, bürokrat olan bir kişi de hükümet katında en yetkili olan bir bakan ve nihayetinde devlet başkanı/ cumhurbaşkanı bile kendi “özel hayat tasavvuru ile” “devletin niteliği ve devamı” noktasında, dünyevî ve uhrevî ayrımını çok iyi yapmak durumundadır. Aksi takdirde, iki yıla yakın zamandır enflasyon ve faiz gibi iktisat ilminin öğelerini, dinî bir terim olan “Nas” ile izah etmeye kalkışınca ve işler sarpa sarınca, olması gerekene dönülmek zorunda kalınır ama bu seferde tren çoktan kalmış olur.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Medyabir Haber Ajansı ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!