Öğrenilmiş çaresizlik…
Toplumlar neden vardır?
Siyasetçiler neden vardır ve siyasete neden girerler?
Siyasetbiliminin ilgi alanı ile pratik farklı oluyor.
Bunca kaos içinde aynı rutin dairenin içinde kalmak…
Robot gibi tekrarlayan hareketleri ifa etmek…
Şöyle bakıyorum da…
Bunca kadın cinayetleri karşısında…
Bizlerle aynı çevreyi paylaşan patili dostlarımızın bencilliğimiz ve umursamazlığımız karşısında, ölmeleri veya katledilmeleri…
İş kazaları… Acaba iş cinayetleri mi demeli? Bilemiyorum.
Ezbere bir hayat… Ezbere bir yaşamın figürleri…
Yoksulluk… Yoksunluk… Yasaklar… Yolsuzluk…
Cumhuriyet rejimini diğer yönetim biçimlerinden farklı kılan yönü, aidiyetlik verdiği insanlara “vatandaşlık” payesini de vermesidir. Yani herhangi bir kral veya otokratın ya da diktatörün boyunduruğu altında köle veya kul değildir.
Türkiye Devleti cumhuriyet rejimi dolayısıyla bölgemizde mihenk taşıdır. Ama bu lafla olmuyor. Tepkisizliğin ve kayıtsızlığın, “benden sonra tufan” zihniyetinin, soru sormama ve sorgulamama hâlinin gittikçe normalleşmesi… İnsanların fasit bir daireye hapsolmaları, günbegün rutin şeyleri tekrarlamaları… Evet, kabul ediyorum, insanlarımız, çok ağır çalışma koşulları altında, zamanlarının büyük çoğunluğunu yolda işlerine gidip gelirken harcamaktalar. Çağımızın stres yoğunluğu, halkımızı bedenen de ruhen de tüketmiş vaziyette. Gencinden yaşlısına geleceklerine bakışlarını umutsuzluk esir almış durumda. Ama bunu aşmanın yolu, tepkisizlik değildir. Türk halkı kadar hakkını başkalarının kendilerine vermesini bekleyen bir toplum var mıdır, bilemiyorum. Buradan şu çıkmasın: İnsanlar sokaklarda nümayiş mi yapsın?… HAYIR. Medenîce “vergi veren bir cumhuriyet yurttaşı” olarak yıkmadan ama, yılmadan hakkını arasın… Çağımızda bunun en etkili yolu örgütlenmektir ve sivil toplum kuruluşlarında etkin ve aktif roller almaktır.