Diyanet İşleri Başkanlığı/DİB (kurumsal olarak) ile Diyanet İşleri Başkanının yaptığı açıklamalar, kamuoyu nezdinde tartışmalara neden olmakta.
Özellikle, son haftalardaki Cuma Hutbelerinde Diyanet İşleri Başkanının söylemleri veya hutbelerin içerikleri, toplumda ayrışmalara ve gereksiz yere polemiklere yol açmakta.
Önce, kadınların giyim kuşamları DİB’nca misyon edindi.
Kamuya açık alanlarda kadınların giyimlerinin açık-saçık olarak addedilmesi, ki bence de bu artık açıklık değil “teşhirciliğe” kadar varan vurdumduymazlık hâli.
Belirttiğim gibi bu açıklama toplumun seküler kesiminde hararete neden oldu.
Daha sonra, en son da… Kadınların miras haklarıyla ilgi bir hutbe metni paylaşıldı. Burada dinî izah yapmanın anlamı yok. Ben din bilgini değilim. Yine din ilimlerinde uzman da değilim.
Yalnız, Türkiye Devleti, laik demokratik, sosyal hukuk devletidir. Bu bağlamda, yürürlükteki yasalar, dünyevî esaslara göre düzenlenerek yazılmıştır. Din kuralları nakdî esaslara dayanmaktadır. Öte yandan pozitif bilimler ise aklı ön plana almaktadır. Burada ahkâm kesmeye gerek yok. İslam dini de zaten akla ve bilime önem vermekte, yine aklı ve bilimi ötelemeyen bir tasavvur öngörmekte.
Belirttiğim gibi… Türkiye, devlet olarak rejimini Cumhuriyet sisteminden yana ATATÜRK tarafından tayin etmiştir. Bu bağlamda, DİB, cumhuriyet kanunlarınca ihdas edilmiş bir “devlet kurumudur”. Yasalarca nasıl hareket edeceği ve görev sahası da zaten ilgili kanunlarca tespit edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, “İslam Devleti” değildir.
Türkiye’de “şeriat kanunları” yoktur.
Öte yandan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, doğrudan sosyal alana ve kadınlara yönelik düzenleyici yetki ve görev sahası da yoktur.
Değerli okuyucular…
Kurumsal kimlikten bağımsız olarak bazı hususları değerlendirebilirsiniz, buna kimse bir şey diyemez.
—-/—-
Diyanet İşleri Başkanı kurumsal kimliğinin dışında, kapalı devre olarak varolduğu ortam veya mekânlarda kadınların giyimlerinin “aşırılığı” hususunda görüşlerini beyan edebilir.
Ama bu durum…
Diyanet İşleri Başkanı kimliğiyle yapılınca, haftalardır sürdürülen tartışmalara neden olunmakta.
Biliyorsunuz… Zamanında… 28 Şubat dönemlerinde…
Giyim-kuşam hususları üzerinden “kamualanı” tartışmaları oluşturulmuş, kamualanının nerede başladığı nerede bittiği gibi “muğlak” bir meseleye, köşe yazarları epeyce mesai harcamıştı.
Tesettürlü kızlarımız ve kadınlarımız hem eğitim haklarından hem de kamualanı diye tarif edilen mekânlardan uzak tutulmuş, buralardan mahrum bırakılmışlardı.
O dönemlerde bu “absürtlüğe” sadece sağ siyaset/mahalle/sağcılardan değil, solculardan da destek gelmiş, tesettürlü kızlarımızın eğitim ve öğretim hakları dile getirilerek savunulmuştu.
Diyanet İşleri Başkanlığı, acaba bu tipteki açıklamaları Türkiye’nin yüzde 99,99’unun Müslüman olması hasebiyle mi yapıyor?
Tamam da… Türkiye’de sonuç itibariyle Hıristiyan da vardır, Musevi de vardır, diğer farklı dinlere inanlar da vardır. Hatta inanmayan ateistler de vardır. DİB’nın izleği anayasa ve kendisiyle ilgi yasalardır. Türkiye’de hâl öyle bir hâl aldı ki…
Ne hukukun ne de yasaların önem ve mahiyeti ciddiye alınır oldu. Bu bağlamda, seküler bir devlette, bir devlet kurumu sadece “tavsiyede” bulunabilir din konusunda. Pekâlâ, İslam dininin emir ve buyrukları tartışılamaz.
İslamiyet ve Müslümanlık kişi (kul) ile yaratıcısı arasındadır. Şimdi eğer dinimizin esaslarına ve buyruklarına iş geldiğinde sadece kadınlar üzerinden itaat ve biat veya yasak değerlendirilmesi yapılacaksa… Bu bir riyakârlıktır.
O zaman nerede israf etmemek…
O zaman nerede kul hakkı yememek…
O zaman nerede iyi ve dürüst insan olmak…
O zaman nerede yönetimde adaletli olmak…
O zaman nerede idareyi ehil kişilere teslim etmek…
O zaman nerede dinin diğer emrettiği beşeriyet merkezli olması gereken hasletler…
SON SÖZ: Bu polemiklerin toplumun hayrına olmadığı aşikâr. Hem zaman hem de enerjimizi tüketmekte.