CHP’yi siyasî parti değilmiş gibi değerlendirmek hem seçmenlerine yapılan haksızlıktır hem de Türk demokrasi yaşamına yapılan haksızlıktır. Yani en temel bilgiler bunlar; CHP Cumhuriyet Türkiye’sini tesis eden partidir. Bu bağlamda, genç Cumhuriyet Türkiye’sinin yaptığı ilk dönem inkılap çalışmalarında, köklü reformlarda/dönüşümlerde parti olarak CHP vardı. CHP’yi düşmanlaştırmanın, ilgili siyasetçilerinin toplum önünde itibarlarının düşürülmesinin sadece partiye zararı olmaz, bu partiye gönül veren kitlelerde de hayalkırıklığına neden olur. Öte yandan, siyasal erkin iktidarını güçlü tutmak ve gündemi değiştirmek adına CHP ve belediyeleri üzerinden sürekli olarak “kamuoyunu” meşgul etmesi, yine toplumumuzun çıkarına da değil.
Etrafımıza baktığımızda, zaten kaosun ve kargaşanın olduğunu görüyoruz. Rusya–Ukrayna savaşının ne olacağının belirsizliği, İsrail’in nereye kadar ileri gidebileceğinin tam olarak “kestirilememesi”, emperyalizmin Ortadoğu’da bitmeyen hesapları, bölge devletlerinin yıllardır süren atalet hâllerinin, merkez devletlerce daha da tahkim edilmesi, Suriye’deki iç karışıklıklar… Velhâsıl, öyle bir yerde konumlanmış ülkeyiz ki normal bir güne uyanmamızın, normalitenin ne olduğunu algılamamızın zor olduğu bir bölge. Böyle bir bölgede herân teyakkuzda olmak zorundayız. İç cephemiz güçlü, birliği ve dirliği sağlanmış olursa bizim dışarıdan gelebilecek risklere ve tehlikelere reaksiyonlarımız yerinde ve zamanında olur.
Bugün bakıyoruz ki içişlerimizde de bir sakinliğin veya dinginliğin olduğu söylenemez. İçimizde toplumsal huzuru ve sükûneti sağlayamadığımız sürece çalkantılı zamanlara gebe olmamız sürpriz olmaz. İçimizde tabii ki siyasal düşünce ve görüş olarak ayrılmış olabiliriz, farklı düşüneceğiz de ama bunu kırıp dökmeden yapmak, esas siyasal erdem budur. Yine, bugün baktığımızda, siyasî iktidarın yıllara varan yönetimde bulunmasından ve artık geniş kesimlerde neden olduğu desteğin azalmasından olsa gerek, demokratik kanalların tıkandığını yaşayarak görüyoruz. Türkiye bölgesinde “model” ülkedir. Ama bu çok yönlü nitelikleriyle vuku bulmaktadır. Nüfusunun hemen hemen büyük kesimi Müslüman bir ülkeyiz ama öte yandan, demokratik laik sosyal HUKUK DEVLETİYİZ.
——————
Değerli okuyucular, ne denirse densin Türkiye Hukuk Devleti’dir. Bu bağlamda, içinden geçtiğimiz çalkantılı süreçte “hukukun askıya alınmış” olması bu gerçeği değiştirmez.
Bu bağlamda, anayasadan gelen dayanakla yine anayasanın cevaz verdiği hürriyet ve hakların kullanılması, sokakların terörize edilmesi şeklinde değerlendirilemez. Vandalizm’e kaymadıktan sonra, kanunda şekli gösterilen biçimde sokaklarda yürüyüş yapmak, protesto söylemlerinde bulunmak, hak aramak, kamuoyu baskısı oluşturmak, farkındalık yaratmak, tüm bunlar anayasadan gelen kanunlarla desteklenen hukuk devletinin yurttaşlarına tanıdığı haklardır. Şimdi şu bir gerçek, Türkiye’de ekonomik bir durgunluk var. Öte yandan 2-3 yıldır ekonomik rasyonalizmden sapmanın neden olduğu “faiz sebep enflasyon sonuç” ilkesinden ödün vermemenin doğurduğu problemler. Bu bağlamda yine yükselen enflasyon hadlerinin hanehalklarının alımgücünü aşağıya çekmesi… Yine ulusal paranın yaşanan ekonomik türbülans karşısında yeterince “değer atfedememesi”, yurttaşların tek gündemlerinin ekonomi olmasına neden olmakta.
Demokrasi demokrasi söylemini sürekli papağan gibi tekrarlayacağız ama sonra, ne kadar anti-demokratik iş işlem ve uygulama varsa muhalefet partisini ve muhalif kitleleri susturmak ve sindirmek için kullanacağız. Böyle bir demokrasi anlayışı olamaz. Bu şekilde “demokratikleşme” olmaz. Siyaset mühendisliği veya toplum mühendisliği ile siyaset dizaynı yapmaya çalışanlar, sadece kendilerini aldatırlar. Sosyal medyanın bu raddede etkin olduğu, dijital platformlardan haber ve veri akışının çok hızlı yaşandığı bir çağda, engelleme ve karartma çabalarının, bu alanlardan sağlanan farkındalıktan ötürü bir önemi kalmamakta. Artık şapkayı çıkarıp doğru düzgün düşünüp karar almak zorundayız: Sosyal medyanın bu kadar etkili olduğu bir dönemde, insanların algılarıyla oynamak, insanları manipüle etmek sadece belirttiğim gibi kendini kandırmaktır. Öte yandan siyasal iktidarların, hakikatleri perdeleme, sansürleme teşebbüsleri geçmiş dönemlerde de olmuştu, eğer çevre ülkeler az gelişmiş ülke sınıfından kurtulamazlarsa bu minvalde yönlendirilmeye de devam edilecekler.
Demokrasinin fazileti, muhalefet partilerinin ve muhalif kesimlerin varlığının olmasıdır. Eğer, zaten herkes yekpare bir vaziyette olur, tekbir örnek düşünce ve görüşe sahip olursa burada demokrasiden değil otokrasiden, totalitarizmden ve diğer tek kişinin söylemlerinin gündem olduğu rejimlerden bahis açmak gerekir.