Türkiye’de tecrübe ettiğimiz en büyük sıkıntı, neye inanıyorsak fanatikçe iman etmemiz. Duygusal bir ulus olduğumuz için, nedense dünyevî işlerle uhrevî işleri de birbirine hercümerç ederek bulamaca döndürüyoruz.
Bizim gibi az gelişmiş/gelişen/gelişmekte olan ülkelerde, bir diğer sorun da toplumun aklî ve ilmî gelişmelere pek fazla prim vermemesidir. Siyasetten tutun da iktisadî alanlara veya sosyolojik ve psikolojik tahlillere varıncaya kadar daha çok bizlere bir şeylerin dayatılmasına alışmışızdır.
Türkiye’de araştırmak ve sorgulamak yine pek sevilmez. Daha doğrusu, pek sevmediğimiz bir haslettir okumak ve araştırmak. Önümüze bir şey sürüldüğünde ve bu, pek itimat ettiğimiz kişilerden ya da kesimlerden geldiğiyse de, o zaman gözü kapalı olarak kabullenilir. Türkiye’de araştırma-geliştirme faaliyetlerinin nedenli sevilmediğinin, pek tercih edilmediğinin en büyük delili de zaten uluslararası ölçekte kabul görmüş markamızın olmadığıdır.
Bugün, eğer rotamızı uygar dünyanın gelişmişlik çizgisine çevirmişsek de bu ancak bilimle ve aklederek gerçekleştirilebilecek bir hedeftir. Bilimsel faaliyetlerden ve aklı ön plana çıkaran hareketlerden imtina edersek, işte hep böyle “orta gelirli” ve “doğru düzgün yönetimsel olgunluğa ulaşamamış” toplum nitelemesine maruz kalırız.
Dinin gerekleri ve emirleri dinî alan içinde değerlendirilmesi gereken bir realitedir. Bugün için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik bir devlet olmasına rağmen, vatandaşlarının kahir ekseriyeti Müslümandır. Ama bu husus dinin tüm içtimai yaşama sirayet etmesine neden oluşturamaz. Bu ülkede Müslüman yurttaşlar yaşadığı kadar farklı dinî mensubiyetten toplum bileşenleri de vardır. Ve artık bazı hususları da papağan gibi tekrarlamanın lüzumu yoktur. Ülkemizde bence dinsel hoşgörü yerindedir.
Önemli olan din gibi her şeyden azade bir aidiyetliğin insanların yönlendirilmesi veçhesinde kullanılmamasıdır. Dinimiz İslam, gelişmeye ve ilerlemeye müsait bir dindir.
* * *
Türkiye gibi ülkelerde ve Ortadoğu örneğinde olabilecek ülkelerde insanların dinleriyle olan bağlantısı olması gereken ya da normal bir yolla sürdürülmez. Esasında yaşam, yaşamak, hayat sürdürmek ve hayırlı bir ömür içinde bu dünyadaki misyonunu tamamlayarak terk-i diyar eylemek çok zor değildir.
Müslüman bir insanın hayatını devam ettireceği “kırmızıçizgisi/kırmızıçizgileri” apaçık bellidir. Eğer bir yaratıcıya inanıyorsa ve onun mutlak kadir olduğuna da iman etmişse inanan açısından hiçbir biçimde muğlaklık yoktur. Olmamalıdır. Bir RABBI vardır. Rabbinin indirdiği kutsal kitabı vardır.
Peygamberi vardır. Bu bağlamda mümin bir insanın dünyevî işlerle uhrevî işleri kafasını hercümerç etmeyecek şekilde tam bir teslimiyetle ifa etmesi gerekir. İslamiyet dininin ülkemizdeki yorumlanışlarına aldırış etmeden, yönünü inandığı tek gerçek üzere döndürmeli ve emin adımlarla yürüyüşüne devam ettirmelidir.
Türkiye’de rejim değişimi yaşandığından beridir insanlarımızın formatlanması ait oldukları kültürel çevreyle ve yetiştirilme tarzları bağlamında vuku bulmuş ve yıllarca da bu refleksler temelinde bölünmelere sebebiyet vermiştir. Cari toplumsal düzenimize baktığımızda, bunun dinamiklerini görürüz. Müslüman insanlarımız ile daha dönemin getirdiklerine uyumlu bir yaşam sürdürme derdinde olan (modern-laik kesimler) kitleler arasında oluşturulmuş gerginlikler ve kopuşlar aslında sunidir.
Geçmişte yaşanan olumsuz hadiseler üzerinden yıllarca Türkiye’de olumsuz hava yarattılar. Gerçekten de şunu kabul etmek zorundayız. Bugün, “en son tahlilde”, Türkiye CUMHURİYETTİR. Bu bağlamda, dinimiz İslam’ın tüm içtimai yaşam üzerinde etkili olmasını “niyet” edebilirsiniz veya talep edebilirsiniz. Ama dinî kuralları seküler kurallar yokmuş gibi, yani dinin emirlerini yeryüzü kurallarıyla ikame edemezsiniz.
Zaten memlekette yaşanan anakronik durum da bundan hâsıl olmaktadır. Verili koşullar yokken birtakım “din bezirgânlarının” halkımızın masum ve temiz hislerinden faydalanmak istemelerinden ötürü, toplumumuz enerjisini tek bir hedefe kanalize ederek bir türlü müreffeh bir devlet olamıyoruz. Türkiye gerçekliğinde ve cumhuriyet rejimi çerçevesinde bakacak olursak, din, kulu ve yaradıcısı arasındadır. Bir inananın Allah rızası için yapması gerekenler üzerinden toplumsal hayatın her uzamında, siyasette olsun ekonomide olsun ve iş yaşamında olsun kişisel çıkar peşine düşüldüğünde neler olduğu ortada.
* * *
Bu bağlamda, 14 Mayıs seçimlerinde artık çok fazla manipülasyonlara prim vermeyelim. Herkes, Cumhuriyet Türkiye’sinin asli bir parçası olmanın verdiği şeref ve ayrıcalıkla üzerine düşen görevini yerine getirsin. Seçimin ifa edilmesine sayılı günler kaldı ama yine siyasetçiler/siyasetçilerimiz hiçte ahlâki olmayan yöntem ve stratejilerle oy kapabilmenin derdine düşecekler/düştüler bile.
Geri sayımın başlaması misali azalan/daralan zaman muvacehesinde etik olmayan söylemler ve hareketlerin zuhur etmesine ön ayak olacaklar/ön ayak olunacak ve belki hiçte istenmeyecek üzücü hadiselerin baş göstermesine de yol açacaklar/yol açılacaktır.
Öte yandan “dünyanın sonu gelmiş/gelecek” kaygısıyla insanlarımızı korkutarak oy devşirmek de normal değildir. Bırakalım insanlarımızı; dindar insanlarımız dünyaya ve yaşama yükledikleri mana derinliği doğrultusunda, modern kentsoylu/kentli dediğimiz insanlarımız da daha seküler mana derinliği doğrultusunda reyini kendi doğruları veçhesinde versin. Hile ve desise’ye başvurarak toplumumuzu ayrıştırmak, kutuplaştırmak ve birbirine yabancılaştırmak ancak ve ancak şeytanî bir amaca hizmet eder, o da koltuk sevdasıdır.
Bugün, Türkiye’ye baktığımızda kanımca en büyük “yoksunluk”, OLMASI GEREKEN NE İSE ona bir türlü ulaşamamamızdır. Olan ile olması gereken arasında bence ülkemizde bir yarış yok. Türkiye’deki siyasi parti parkına ve genel başkanlarına veya daha cilalı söyleyeceksek liderlerine baktığımızda gördüğümüz daha çok “idare-i maslahat”tır. Özgürlükten ve ekonomik refahtan veya sosyolojik ve iktisadî kalkınmadan dem vururlar ama iş koltuk sevdasına ve yeni hayatın konfor alanına geldiğinde, önceden verilen vaatler ve vaazlar unutulur. Çünkü, artık eleştirdiğin sistemin yeni üyeleri bu zamanda sen olmuşsundur. Hükümet olmuşsundur ama devlet aygıtının içinde iktidar olamamışsındır.
İdare-i maslahat dairesi içinde olanlarla yetinmeye devam ederler bizim pragmatik siyasetçilerimiz. İşte bu yüzden aklını ve vicdanını kiraya vermeden, hayal ettiğin bir yaşam için yine kafatasının içindeki beynini kullanarak fanatizme ve her türlü yobazlığa ve bağnazlığa da düşmeden eldeki verili şartlar içinde en iyisini yapmak gerekir. Bu, bir siyasal araç olan oy verme bile olsa kılı kırk yarmakta fayda var:
İleride zuhur edebilecek gaflet ve delalet ânlarının etkeni veya edilgeni olmama adına…