Belki kırk kere yazdım ama yine de yazmakta fayda var.
Bazı şeyleri tekrar etmek, insanların stres yüklü bir yaşam içinde “unutkanlıktan mustarip” oldukları gerçekliğinde etkili olabilir.
Türkiye’deki sorunlara baktığımızda…
DEMOKRASİ…
Ve yönetim tarzından kaynaklanan hak ve hukuk olgularının, vatandaşların pratiklerinde neden oldukları marazalar, kanımca iletişim biçimimizin ve üslûbumuzun uygunsuzluğundan neşet etmektedir.
İster parlamentoya bakın…
İster bizzat siyaset kurumunun içindeki siyasal aktörlerin ve onların başını çektiği siyasal partilerin demeçlerine bakın…
Ya da… Sokakta… Mahallede… Kahvehânede… İş aralarında… Ev buluşmalarında/sohbetlerinde…
Konu, gelip dayanır… Neye? Memleket meselelerine ve dahası ne olacak bu dünyanın hâline!
Burada sıkıntı yok. Herkes, sıradan bir “vatandaş bile olsa”, yaşadığı diyar ve dahası yerküre çerçevesinde gözlem ve bilgi ile görgüsüne istinaden bir değerlendirme ve görüş belirtme özgürlüğüne sahiptir.
Can yakıcı husus…
Bunun nasıl yapıldığıdır. Fazla uzatmadan, kestirmeden ifade etmek istediğim konu, konuşamıyoruz.
İLETİŞİM yerine iletişimsizlik bir alışkanlık hâlini almaya başladı. Gerçekten de diyalog kurmak ve iletişime geçmek, bence büyük bir titizlik gerektirir.
Konuşmak diyerek geçmeyin.
SÖZ var, söz var…
SÖZ var, kalpleri fetheder.
SÖZ var, yankılandığı ortamda kin ve nefret ile bozgunculuğun fitilini ateşler.
Bir insan, iletişime geçtiği ya da diyalog kurmaya çabaladığı kişinin de her şeyden önce “insan” olduğunu unutmayacak. Hayvan diye geçiştiriyoruz ama hayvanların bile “hisleri” olduğunu unutmamak lâzım.
* * *
Kültürlenme ve anadiline hâkimiyet bağlamında insan, iletişime geçtiği yekdiğeriyle düzeyli ve sağlıklı bir bilgi ve düşünce alışverişinde bulunabilir.
Gerçekten de… Defalarca yazdım… Anadilimiz Türkçe, bir insanın yaşadığı duygusallığı da, hezeyanları da, sahip olduğu sorunları da ve dahası tecrübe ettiği yaşamsal travmaları da…
Pekâlâ, karşısındakinde “değer bulabilecek” bir biçimde aktarma meziyetine ziyadesiyle sahiptir.
Yeter ki…
Bağırmadan ve karşındakini sindirmeden, onun hem söz söyleme ve görüş açıklama hem de dinleme hakkına saygı gösterilsin.
Değerli okuyucular,
İstediğiniz kadar yüksek lisans yapın…
İstediğiniz kadar doktora yapın…
Bilumum, farklı disiplinlerden sertifika, diploma ya da başarı belgeleri alın…
Gerçekten de…
İLETİŞİME GEÇME ve diyalog kurma becerisi çok farklı bir alan. Çok da zor bir hadise değil. Sadece, konuşurken veya söz alıp düşünce/görüş bildirirken, seçeceğimiz sözcük/kelime ve yine kuracağımız cümlelere “azami” ehemmiyet göstermemiz kâfidir.
Hiçbir şekilde…
Hakaret etmek, bir insana bağırmak, karşımızdaki “bireyin” izzet-i nefsini yere düşürecek kelamlarda bulunmak, karşımızdakini hor görmek, düşüncelerini “azımsamak” ve daha birçok olumsuz ve negatif tavır ve tutum ne sağlıklı ve sonuç odaklı iletişime ve diyaloga kapı aralar…
Ne de toplumsal barış ve huzura.
Değer verdiğim yazarlardan-şairlerden Özdemir İNCE’nin, bir aralar topluma umut aşılamak adına yazdığı bir cümle vardı:
“BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN…”
Ama nasıl?