Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu (Das Unbehagen in der Kultur) adlı eserinde ortaya koyduğu temel düşüncelerden biri, bireyin içsel dürtüleri ile uygarlığın dayattığı kurallar arasındaki çatışmadır. Burada “ego”ya ek olarak özellikle “sosyal ego” (ya da süperego’nun toplumsallaşmış biçimi) insanların birbirleriyle olan iletişiminde çok belirleyici bir rol oynar.
Sosyal Ego ve İletişim
Toplumsal kuralların içselleştirilmesi: İnsan, doğası gereği haz ilkesine göre yaşamak ister; yani arzu ve dürtülerini hemen tatmin etmeye yönelir. Ancak toplum, bu dürtüleri sınırlayan kurallar koyar. Sosyal ego, bu kuralların bireyin zihninde temsilcisi gibidir. Dolayısıyla insanlar birbirleriyle iletişim kurarken sadece “ben ne istiyorum?” diye değil, aynı zamanda “toplum bunu nasıl değerlendirir?” sorusunu da düşünerek hareket ederler.Bastırma ve uyum: Sosyal ego, bireyleri dürtülerini bastırmaya yöneltir. Bu bastırma, daha uygar, daha kabul edilebilir bir iletişim dilinin doğmasına yol açar. Örneğin öfkeyi doğrudan saldırıyla ifade etmek yerine, daha dolaylı, daha “uygarlığa uygun” yollarla dile getiririz.Gerginlik ve huzursuzluk: Ancak bu bastırma, iletişimde bir gerginlik de yaratır.İnsanlar duygularını tam olarak ifade edemediklerinde, söylenmeyen şeyler gerilim yaratır. Freud’un “uygarlığın huzursuzluğu” dediği şey tam da budur: Uygarlık bizi bir arada tutar ama aynı zamanda bireysel mutluluğumuzu sınırlayarak ilişkilerimizde huzursuzluk doğurur.Empati ve suçluluk: Sosyal ego, iletişimimizi sadece yasaklarla değil, aynı zamanda vicdan duygusuyla da şekillendirir. Karşıdakini kırmamak, empati kurmak, toplumsal değerlerle uyumlu olmak aslında sosyal egonun yönlendirmesiyle gelişir. Ancak bu mekanizma bazen abartılı bir suçluluk duygusu doğurarak iletişimi zorlaştırabilir.
• Arkadaş ortamı: Diyelim ki bir arkadaşının söylediği şeye çok sinirlendin. İçinden bağırıp çağırmak geliyor. Ama sosyal ego sana “Dur, böyle yaparsan arkadaşlığın bozulur, ayıp olur” diyor. Sen de öfkeni yutuyor, ya sessiz kalıyor ya da daha yumuşak bir şekilde dile getiriyorsun.
• İş hayatı: Patronun sana haksızlık yaptı. İçinden “Böyle iş mi olur!” demek geçiyor ama sosyal ego hemen devreye giriyor: “İşini kaybedersin, dikkat et” diye fısıldıyor. Sen de daha diplomatik konuşuyorsun.
• Sosyal medya: Bazen çok sinirlendiğin bir konuda insanlar ne der?” diye düşünüp kendini tutarsın. İşte bu da sosyal egonun etkisi. paylaşım yapmak istersin. Ama “acaba yanlış anlaşılır mıyım,
Peki ne Yapmalı?
İletişim, sosyal yaşamımızın en temel parçalarından biridir.
Günlük hayatımızda elbette zaman zaman sinirlenebilir, kırılabilir ya da üzülürüz. Bu duygular insan olmanın doğal bir parçasıdır. Ancak önemli olan, bu duygularla nasıl başa çıktığımız ve onları nasıl ifade ettiğimizdir.
Sosyal ego, insanlarla sağlıklı ve uyumlu bir iletişim kurabilmemiz için vardır.
Ne hissettiğimizi tamamen bastırmak, susmak ya da içimize atmak sağlıklı bir çözüm değildir. Aksine, duygularımızı uygun bir dille ifade etmek, hem kendimize hem de karşımızdaki insana saygı göstermenin bir yoludur.
Bu konuda Freud’un şu sözü oldukça anlamlıdır:
“İfade edilemeyen duygular ölmez, diri diri gömülür… Ve sonunda daha korkunç şekillerde ortaya çıkar.”
Bu yüzden kırıldığımızda, üzüldüğümüzde ya da öfkelendiğimizde, bunu bastırmak yerine; sakin, saygılı ve açık bir şekilde ifade etmeyi öğrenmeliyiz. Sağlıklı iletişim, hem bireysel huzurumuzun hem de sosyal ilişkilerimizin temelidir.