Ankara’da bir çay partisi haberi yayılır. Davetliler özenle çağrılmış, hazırlıklar tamamlanmıştır. Fakat ortada bir eksik vardır: Ev sahibi. Mustafa Kemal cephededir. Oysa bu davet bir buluşmadan çok, bir buluşturmacadır. Ankara’da dikkatler çay fincanlarında toplanırken, Anadolu’nun kaderi başka bir yerde, cephede yazılmaktadır.
Son hazırlıklar tamamlanır ve Mustafa Kemal cepheye gelir. İlk emri, Anadolu’nun dış dünya ile olan tüm telgraf hatlarının kesilmesidir. Bir anda Anadolu susar. Bu suskunluk korku değil; derin bir nefes alış gibidir, fırtınadan önceki sükûnettir.
Hemen ardından bir haber yayılır: Ankara’da Mustafa Kemal’e karşı bir isyan çıkmıştır. İstanbul bu sahte haberle çalkalanır. Ancak Anadolu’dan tek bir ses çıkmaz. Herkes şaşkın, herkes sessizdir. Bilinmezliğin sisinde, Atatürk ilk zaferini daha kurşunlar patlamadan kazanmıştır: İstihbarat cephesinde.
Ve o sabah… 26 Ağustos sabahı saat 04.30’da tanzim atışı başlar. 05.50’de tahrip atışına geçilir. Saat 07.00’de Yunan topçusu susar. Türk ordusu ise yürür; kararlılıkla, suskunluğun içinden İzmir’e doğru.
Tam 14 gün sonra, 9 Eylül sabahı, İzmir’in Kordonu’nda ayak izleri vardır artık. Ve orada, Atatürk Salih Bozok’a döner:
— “Kaç gün oldu?”
— “14 gün, Paşam.”
Gülümser:
— “Bir gün yanıldık o zaman…”