Dış ticaret artık bir ekonomi meselesi olmaktan çıktı, küresel güç mücadelesinin en gürültüsüz ama en sert alanına dönüştü. ABD, Çin ve Avrupa arasındaki gerilim, Türkiye gibi orta hatta duran ülkeler için hem risk hem fırsat yaratıyor. Fakat bu fırsatlar, ancak doğru okuyanların elinde anlam kazanıyor.
Bugün Washington ile Pekin arasındaki çatışma, yalnızca teknoloji savaşında değil; tedarik zincirlerinde, limanlarda, navlun rotalarında bile hissediliyor. ABD, Çin’i üretim üssü olmaktan koparmak için baskıyı arttırıyor; Çin ise “Kuşak ve Yol” stratejisinin ikinci evresini daha agresif oynamaya hazırlanıyor. Bu satrançta en kritik kare ise Avrupa’nın geleceği.
Avrupa Birliği, yeşil dönüşümü ve stratejik özerkliği aynı anda yürütmeye çalışan yorgun bir dev. Bir yanda enerji krizi sonrası toparlanma çabası, diğer yanda Çin’den gelen düşük maliyetli ürünlerin yarattığı endüstriyel baskı… Almanya sanayi üretimi hâlâ nefes ararken, Fransa kendi korumacılığına sarılmış durumda. Bu kaosun ortasında Türkiye, yine o eşsiz pozisyonuyla masanın baş değilse bile denge taşı konumunda.
Çin, Avrupa’ya açılmak için Türkiye’yi konuşuyor. Avrupa, Asya’ya ulaşmak için Türkiye’ye bakıyor. ABD, bölgesel dengelerde Türkiye’yi kaybetmeden Çin’i sınırlandırmanın yollarını arıyor. Yani herkes bir şekilde Türkiye’yi hesap ediyor; asıl soru şu: Türkiye kendini doğru konumlayabiliyor mu?
Dış ticarette günün iki gerçeği var:
Birincisi: Artık kimse tek bir pazara yaslanamaz. ABD’ye de satacaksın, AB ile de kavga etmeyeceksin, Çin’in fiyat baskısına karşı kendi katma değerini yaratacaksın. Tek ayaklı dış ticaret dönemi kapandı.
İkincisi: Tedarik zinciri savaşları, ülkelerin kaderini belirleyecek. Limanların veriminden demiryolu hatlarının kapasitesine, gümrük geçiş sürelerinden dijital sertifikalara kadar her şey rekabet avantajı sayılıyor. Bir konteynerin Avrupa’ya 12 saati kazandırması artık bir “siyasi hamle”.
Bugün Türkiye’nin en büyük sınavı, bu üç dev arasında bağımlılık değil, denge kurabilmek. Avrupa’yı ihmal edemezsin, Çin’i yok sayamazsın, ABD’yi görmezden gelemezsin. Ama hepsine aynı mesafede durayım dersen de rüzgârın sürüklediği yaprak olursun.
Türkiye’nin dış ticarette yeni stratejisi çok net olmalı:
Çin ile rekabeti fiyatla değil teknolojiyle kurmak,
Avrupa ile bağımlılığı müzakere gücüne dönüştürmek,
ABD ile ticaretini politika gölgesinden çıkarıp endüstriyel ortaklıklara taşımak.
Dünya bloklara ayrılırken, Türkiye hâlâ “herkesle ticaret yapan ülke” olmanın avantajını elinde tutuyor. Yeter ki bu avantaj, günü kurtaran politika değil, geleceği inşa eden stratejiye dönüşsün.
Kısacası dış ticarette dönem, pazar kovalamak değil konum belirleme dönemi.
Kazananlar ise bir yönü olmayanlar değil; tüm yönleri aynı anda okuyabilenler olacak.
