Dünya gürültüsüz bir dönüşüm yaşıyor. Değişim artık meydanlarda değil, ekranların ışığında, dizilerin sahnelerinde, şarkıların sözlerinde ve sosyal medyanın renkli akışlarında yürütülüyor. Eskiden korunması gereken değerler açıkça bilinir ve savunulurdu. Bugün ise ölçüler tersine döndü. Kur’an okuyan çocuğu gören bazıları “Aman baskı olmasın, geri kalmasın” diye endişe ediyor. Sanki Rabbini tanımak çocuğun ruhuna yükmüş, sanki hakikati öğrenmek insanın yolunu karanlığa sürüklermiş gibi.
Ne ilginçtir ki aynı insanlar, makyaj yapan erkek çocuğuna gelince “Karışmayın, kendini ifade ediyor, özgürlük bu” diye seslerini yükseltiyor. Ruhun gıdasına yönelen terbiye “müdahale”, fıtratı bozan yönlendirme ise “özgürlük” sayılır oldu. İşte çatı tam burada çöküyor. Çünkü bir çocuk Kur’an okurken kendi köküne bağlanır, kim olduğunu bilir, nereden geldiğini ve nereye yürüdüğünü anlar. Ama bir çocuk kimliğini sosyal medya ekranlarında aradığında, kökünden kopar, savrulur. Kökü kopan her ağacın sonu aynıdır: Çürümek, parçalanmak ve yok olmak.
Her toplumun omurgası vardır. Bizim omurgamız, aile. Aile sadece aynı soyun gölgesi değil; insanın güveni, sevgisi, sığınağıdır. Ev dediğimiz yer, ruhun yağmurdan korunmak için koştuğu çatı gibidir. Fakat bugün bu çatıya ince ince, damla damla sızıntılar açılıyor. Kimlikler bulanıklaştırılıyor. Cinsiyet bir gerçeklik olmaktan çıkarılıp bir his, bir tercih, bir oyun gibi sunuluyor. Özellikle çocuklara. Çünkü tohum yumuşakken eğilmesi kolaydır. Bu yüzden hedef çocuk. Bu yüzden hedef masumiyet.
Sosyal medya, renkli filtreler ve eğlenceli sözlerle “kendini keşfet” derken aslında “kendini kaybet” diyor. Kendine ait olmayan bir kimlik seçen, kendi ruhuna tutunamaz. Tutunamayan insan ise yönsüz kalır. Yönsüz insan sürüklenir. Sürüklenen toplumlar da sonunda yıkılır.
Bugün dünyanın birçok yerinde LGBT adıyla parlatılan hareket, artık bir birey meselesi olmaktan çıkıp küresel bir proje haline geldi. Büyük vakıflar, uluslararası medya merkezleri, dijital platformlar aynı dili konuşuyor. Aynı sloganlar, aynı kampanyalar, aynı görsel imajlar kıtadan kıtaya aynı biçimde yayılıyor. Bu, rastlantı değil. Bu, kültürel bir yönlendirme. Daha derini ise, bir toplumun temelini oluşturan aile bağlarını çözme çabası.
Peki bu neden yapılır? Çünkü aile direnir. Aile birleştirir. Aile dayanma gücü verir. Ailesi güçlü olan millet, yıkılmaz. Ailesi çözülen millet ise kimliksizleşir. Kimliksiz toplumlar yönlendirilmeye en açık toplumlardır. Kendini tanımayan insan, kime benzeyeceğini başkalarından öğrenir. İşte bu yüzden mesele artık ideolojik değil, varoluşsal.
Bazı devletler bu hareketi diplomatik bir araç olarak da kullanıyor. Bazı rejimler kendi karanlıklarını renkli bayrakların arkasına saklıyor. Buna akademide “pinkwashing” deniyor. Yani insan hakları söylemi üzerinden siyasi imaj temizleme. Bu yöntem özellikle Israıl’de sıkça karşımıza çıkar. Çünkü bölgede güç algısı sadece askeri değil, kültürel sahada da inşa edilir. Bir devlet kendini “ileri ve özgür” diye sunarken komşusunu “gerici ve baskıcı” gösterir. Bu bir propaganda tekniğidir. Ve propagandanın en güçlü hali, insan ruhunun en hassas yerine dokunan halidir: kimlik.
Ama unutmamak gerekir ki kimlik, bir duygu değildir. Kimlik, yaratılışın insana armağanıdır. Ruhun sabit noktasıdır. İnsanın kendisiyle ve Rabbiyle bağ kurduğu yerdir. Bir insan zayıflayabilir, düşebilir, iç dünyasında mücadele yaşayabilir. Buna kimse söz söyleyemez. Çünkü insanın imtihanı vardır. Ancak imtihanı kutsallaştırmak, yanlışı doğrulaştırmak, fıtratı inkara çevirmek başka bir şeydir.
Biz kimseye parmak sallamıyoruz. Kimseyi ezmiyoruz. Bu yol merhametsiz değil. Tam tersine, uyarı merhametin bir biçimidir. Çünkü uyarı, çöküşü seyretmekten daha insancıl bir davranıştır. Biz nefret etmek için değil, korumak için konuşuyoruz. Çocuğun fıtratı korunmalı. Ailenin çatısı korunmalı. Çünkü fıtrat giderse insan gider. İnsan giderse toplum gider. Toplum giderse geriye sadece kalabalıklar kalır. Kalabalık ıse millet değildir.
Bizim tarihimizde Lut kavmi örneği bir masal değildir. Bir uyarıdır. Bir aynadır. Ve bugün o aynanın karşısında duran biziz. Kendimize bakma vaktidir.
Kendi özünü hatırlayan toplumlar yıkılmaz.
Kendi fıtratına tutunan insanlar savrulmaz.
Ve kendi ailesini koruyan milletler geleceğini kaybetmez.
Kalbimizdeki en derin ses hâlâ söylüyor:
İnsan, Rabbinden koparsa kaybolur.
Rabbine tutunursa yeniden doğar.
