Bir devletin yönetim sistemi, devletin nasıl yönetileceğini, yetkilerin kimde olacağını, bu yetkilerin nasıl kullanılacağını ve halk ile yönetim arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceğini belirleyen temel yapıdır.
Oluşturulan bu sistem içerisinde işlerin yürütülmesi için yasama, yürütme ve yargı organlarının görev, yetki ve sorumlulukları bellidir. Kurulan sistemin adil ve kurumsal olması, hem devletin sağlam temeller üzerine inşa edilmesinde hem de sağlıklı bir toplumun oluşturulmasında önemli rol oynamaktadır.
Böyle bir sistem, bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyarak, kimseyi ne ayrıcalıklı yapmakta ne de dezavantajlı duruma düşürmektedir. Zira sistemin temel prensibi, hukukun üstünlüğünü tesis ederek güçlülerin değil, haklıların güçlü olduğu ve herkesin kanun önünde eşit kabul edildiği bir düzeni hâkim kılmaktadır.
Bu nedenle sistem, kişisel çıkarlar, önyargılar ve ayrıcalıklar yerine, objektif kriterlere dayanarak milletin ve devletin menfaatlerini esas almakta, akıl ile bilimin ışığında oluşturulan kurumsal yapı ile işlemektedir.
Hal böyle olunca, bireylerin hak arama yolları açık ve erişilebilir olmakta, haksızlığa uğrayanların başvurabileceği bağımsız ve tarafsız kurumlar bulunmaktadır. Yargı bağımsız çalışmakta, insanların adalete olan güveninin artmasıyla toplumsal barış korunmaktadır.
Bununla birlikte yolsuzluk, usulsüzlük gibi sosyal çürümeye neden olan gayri ahlaki eylemler, sıkı denetimler ve ağır yaptırımlar ile engellenerek temel ahlaki değerler toplumsal kültüre dönüştürülmektedir.
Kamuda hesap verebilirlik ve şeffaflık esas alınmaktadır. Kamu kaynakları etkin ve doğru kullanılmakta, iktidar sahipleri ve yöneticiler kendi siyasi ikballeri ve çıkarları yerine toplumsal refahı ve ülkenin çıkarlarını merkeze almaktadır. Bu durum, halkın yönetime olan güvenini artırarak sistemin meşruiyetini sağlamaktadır.
Ayrıca böyle bir sistemde sosyal adalet gözetilerek ekonomik ve sosyal haklarda eşitlik sağlanmakta, dezavantajlı gruplar korunarak geliştirilen politikalar ile fırsat eşitliği tesis edilmektedir.
Bu şekilde toplumun her kesimi hem külfeti hem de nimeti eşit paylaşmakta ve ülkenin sahip olduğu zenginlik mutlu bir azınlığa değil, toplumsal tabana yayılarak toplumun geleceğe daha umutla bakmasını sağlamaktadır.
Peki, sistem bozuk ve kirli ise ne olur?
Ne yazık ki bozuk ve kirli bir sistemde, yolsuzluk, usulsüzlük, adaletsizlik, adam kayırmacılık ve çıkar ilişkileri sosyal yapıya egemen olmakta ve sosyal çürümeyi körüklemektedir.
Bu durum, başta hukukun üstünlüğü olmak üzere şeffaflık ve hesap verebilirliği ortadan kaldırmaktadır. Çeşitli kaynaklardan elde edilen gelirler ve milletten toplanan vergiler ile oluşan kamu kaynakları, kişisel ya da belirli grupların çıkarları doğrultusunda kurulan kirli ilişkiler ağı üzerinden yanlış yerlere aktarılmaktadır.
Devlet kurumları işlevsizleşmekte ve kamu hizmetleri aksamaktadır. Alınan kararlar ve yapılan düzenlemeler, objektif kriterlere göre değil, güç ve çıkar ilişkisine göre şekillenmektedir.
Bu durum rüşveti, nepotizmi, yandaşçılığı körükleyerek ayrıcalıklı ve dokunulmaz imtiyazlı sınıflar oluşturmaktadır. Bu imtiyazlı sınıf, ülkeyi bataklığa dönüştürerek adeta bir vampir gibi toplumu sömürmektedir.
Çıkar ve güç uğruna oluşturulan bu kirli sistem içerisinde toplumun büyük bir kısmı devlet ve devlet kurumlarına, yargıya, yönetime güvenmemektedir.
Bununla birlikte toplumdaki fırsat eşitliği yok olmakta ve başta eğitim olmak üzere, sağlık hizmetleri, istihdam ve diğer sosyal hizmetlere erişim zorlaşmaktadır. Sosyal sınıflar arasındaki uçurum her geçen gün daha çok derinleşmekte ve bu durum toplumsal ayrışmayı körüklemektedir.
Özellikle yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlüklerin artması ile birlikte ortaya çıkan ekonomik krizler ve yüksek enflasyonun bedeli vatandaşa ödetilmektedir. Bunun sonucunda ekonomik büyüme yavaşlamakta, işsizlik artmakta ve fakirlik her geçen gün derinleşerek vatandaşı açlığa ve sefalete mahkûm etmektedir.
Diğer taraftan ise demokratik kurumların işleyişi bozulmakta, seçimler, karar alma süreçleri ve yasama organlarının meşruiyeti sorgulanmaya başlanmaktadır. Bütün bunlar demokrasi yerine otoriter ve vesayetçi yapıların güçlenmesine zemin hazırlamaktadır.
Özellikle yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmesi ile birlikte haksızlıklar artmakta, suçlular cezalandırılmadığı gibi çoğu zaman ayrıcalıklı hale gelmekte ve toplum açısından ciddi tehditler oluşturmaktadır.
Bütün bunlar ile birlikte bozuk düzen ve kirletilen sistem, ülkenin geleceğini bugünden şekillendirecek olan liyakatli ve ehliyetli insanların yenilikçi düşüncelerinin hayata geçirilmesini engellemekte, adil rekabetin önünü kesmekte, gençleri umutsuzluğa sevk ederek ülkeyi terk etmelerine neden olmaktadır.
Bu durum ülkenin bilgili ve birikimli insan gücünü kaybetmesine ve ülkeyi dışa bağımlı hale getirmektedir. Kirli sistemin yol açtığı olumsuz etkiler ne yazık ki ülkeyi uzun vadede kaçınılmaz bir sona doğru sürüklemektedir.
Bu durum, geleceğin bugünden planlanmasını engelleyerek hem bugünün hem de gelecek nesillerin hakkını gasp etmekte ve yaşam koşullarını zorlaştırmaktadır.
Sonuç olarak;
Bir ülkede sistemin kirlenerek bozulması, sadece ekonomik veya idari sorunlara neden olmamakta, aynı zamanda toplumun temel ahlaki değerlerini, inancını, kültürünü ki en önemlisi de millet olma bilincini yok ederek bir talan düzeni oluşturmaktadır.
İnsanların hem biri birine hem de devlete olan güvenini zedeleyerek demokratik düzeni tehdit etmektedir.
Peki, oluşturulan bu kirli sistemden beslenenlerin sistemi düzeltmeleri mümkün müdür?
Elbette ki değil, çünkü hiçbir mikrop, beslendiği bataklığın kurumasını istemez.
Fakat toplum isterse bu bataklığı kurutabilir; çünkü tarih boyunca bilinçli, cesur ve sorumluluk sahibi bireylerin haklı mücadelesi birçok bataklığı kurutmuş, hakkı ve adaleti hâkim kılmıştır.
Geçmişte olduğu gibi, bugün de sömürüye dayalı kurulan bu bozuk düzene karşı verilecek onurlu mücadele sadece bugünü değil, aynı zamanda gelecek kuşaklara nasıl bir dünya bırakılacağının da göstergesi olacaktır.
Bu ise ancak toplumun bilinçlenmesi ve haktan yana olması ile mümkündür…