Aynı şeyleri yazmaktan ben bıkmadım ama okuyan kişilerde belki gına gelmiş olabilir.
Aynı şeyler etrafında dönmekten insanlar bıkmış olabilir ama mecburen bu hususlara değinmek zorunda kalıyoruz.
Türkiye Yüzyılı, deniyor ya…
Bu çağda, fakirlik mi konuşulmalıydı? Hanehalklarının günbegün yoksullaştığı mı yazılmalıydı? Yoksunluk… Yasaklar… Hukuksuzluk…
E ne konuşalım veya ne yazalım?
Gazetecilere ve muhabirlere “üç maymunu” oynayın diyorlar… Da… Nasıl olacak bu iş? Gazetecilik yapma refleksiyle klavyesinin başına geçen, deklanşöre basan köşe yazarı olsun haber muhabiri olsun; nasıl görmezden gelebilir?
Nasıl çiçek, böcek, ağaçlar, yeşillikler yazılabilir?
Hakikatler nasıl perdelenebilir? Yani, şoföre gözlerini kapatarak direksiyon başına geç de bizlere akrobasi yap, diyebilir miyiz?
Eğer pespembe bir dünya düşleniyor, pespembe bir Türkiye düşleniyorsa… Bu, karartmayla veya medya organlarını kamu gücünü kullanarak “hizaya getirmek” ile başarılamaz.
Türkiye’de siyaset tıkanmış vaziyette. Adalet ve Kalkınma Partisi ilk dönemlerindeki kabul görme ve şahlanışını kaybetmiş durumda. Toplumsal muhalefet cari iktidarın aleyhine işliyor. Yönetilebilir Türkiye’den gittikçe uzaklaşmaktayız.
Emeklilerin derdi bir ayrı…
Gençlerin derdi bir ayrı… Yaşlı yoksulluğu da gittikçe artmaktaymış. Ülkemizde artık tezelden müzakere edebilme yetisini “siyaset kurumunun” içine entegre etmek zorundayız. Tartışmayan ve müzakere etmeyen bir demokrasi anlayışından ülkemize fayda gelmediği aşikâr. Daha fazla birbirimize dokunan bir siyasal tavır ve üslup tercih etmek, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik hususlarda daha fazla bir araya gelmek durumundayız.
Türkiye daha fazla bu şekilde yol alamaz.
Şeffaflık, demokrasimizin gelişmesi için elzemdir.
Türkiye’nin iç siyasetinde belirli bir olgunluğa erişmiş olması gerekir ki…
Bölgemizde ve dünyada cereyan edebilecek ani çalkantı veya savaş ya da çatışma durumlarında yekvücut olabilsin.
Şimdi hemen hemen her gün… İktidar partisinin “siyasal gücünü” kullanarak, muhalefeti etkisizleştirme operasyonlarını izliyoruz.
Eskiden ne diyorlardı…
Atanmışlar, seçilmişlerin işlerine karışıyor, seçilmiş siyasetçilerin iş yapmalarına, hizmet götürmelerine engel oluyorlar, diyorlardı.
Hatırlasanıza değerli okuyucular…
Bu ülke… 28 Şubat Post Modern Darbesini yaşadı. Daha önceki darbeler hep atanmış bürokratların seçilmişleri “alaşağı etme” girişimleriydi. Demokrasiyi ve Cumhuriyetimizi korumak adına. Bu yıllarda yapılan bu girişimlerden ülkemizin yeterince ders almamış olması, mümkün müdür?
Türkiye’nin küçük hesaplardan ziyade daha büyük problemleri var: Sivil toplum örgütlerinin etkinliklerinin daha fazla artırılarak siyaset içinde daha fazla ön plana çıkmaları sağlanmalıdır. Yani, sivil siyaset önündeki tüm engeller peyderpey kaldırılmalı ve vatandaşların olanbitenlerden “olması gereken” şekillerde haberdar olması sağlanmalıdır.
Kredi kartları ödemelerinin artık iyice çığırından çıkmış olması… Vatandaşların borcu “borçla” kapatmaya çalışmaları… Kamu kesiminin artan borç yükünün ileride vatandaşların sırtına yük, ekstra yük olarak binecek olması…
Şuan için memleketimizin en önemli sorunları…
Politik kültürümüzün artık iyiden iyiye… Vasat altında seyretmesi ve demokratikleşmenin “çocuklara masal” boyutuna indirgenmesidir.
Makroekonomik olarak baktığımızda…
Enflasyon…
İşsizlik…
İstihdam…
Gerçekten de yakın gelecekte milletimizin başını ağrıtmaya devam edecek; ama yurdum insanının “siyasal gücünün” farkına varamamasından dolayı böyle her gün tv ekranlarından gelecek kötü haberlere kilitlenmeleri de ayrı bir ironidir!