Bazen dünyada yaşadığımızı unutuyoruz?
Yani, hislerimize yenik düşüyoruz…
Türkiye ve diğer ulus devletler, dünya içinde birbirini tamamlayan uygarlık ailesinin birer üyeleri olarak varlıklarını, seküler düzene göre tanzim etme ve uyarlama mecburiyetindedirler.
Belki, “mecburiyet” ağır kaçmış olabilir. O zaman “durumundadırlar” da diyebiliriz.
İnsanlar tek tek, tikel olarak duyguları olan, hisleri olan, hayalleri olan, idealleri olan, beklentileri olan, beşer varlıklar iken…
Bu fertlerin tek tek bir araya gelerek oluşmasına “vesile” oldukları toplumların, devletlerin varlıkları soyut temelde anlam kazanmakta, konumlandıkları yeryüzüne göre hareket ve istikâmet belirlemektedirler.
Bu bağlamda, bir ferdin belirli bir yaşa kadar kâh eğitim sıralarında olsun kâh ailesinden ve çevresinden olsun; ister formel olarak ister informel olarak kazandığı ve edindiği, deneyimler ve çabalar neticesinde sahip olduğu müktesebata göre, devletlerin politika üretmeleri ve dünya aileleriyle müşterek münasebetlerde bulunması, “seküler bir yaşam” içinde kaosa neden olmadan olanaklı değildir.
Benim açımdan durum bu minvaldedir.
Artık belki insanlarda duymaktan ve okumaktan dolayı usanma ve duyarsızlaşma noktasında etkiye neden olan siyasal enstrümanlar olan…
Demokrasi…
Laiklik…
Hukuk…
Adalet…
Temel insan hak ve hürriyetleri…
Erkler ayrılığı… Denetleme… Denge ve dengeleme…
Ve daha birçok siyasal ögeler…
* * *
Siyasal İslamcılar’ın hayallerinde, yaşadıkları ülkenin yönetiminin dinî esaslara göre kurgulanması yatmaktadır. Tabiî, demokratik bir rejimde insanların düşünmesi ve hayal kurmaları, mevcut kanunlar çerçevesinde serbesttir.
Ama unutulmaması gereken, dikkate almanız gereken sizin yaşadığınız ülkenin politik-hukuk nizamı ve yaşadığınız ülkede sizden başka insanların da olduğudur. Nasıl ki bu minvalde Siyasal İslam düşüncesinde olanlar yurtlarının İslam dininin gereklerine göre yönetilmesini talep ediyor ve arzuluyorlarsa da, beri yandan yurttaşı oldukları ülkelerinin laiklik karakterinden bir milim bile taviz vermemesinden yana olan insanlar-vatandaşlar vardır.
Bugün, Türkiye’de yaşadığımız çelişkilerde de sorunlarda da, yıllara dayanan kronikleşmiş problemlerde de zaten hep bu yeryüzünde yaşadığımızı unutmamız gelmektedir.
Türkiye, Birleşmiş Milletlerin (BM) resmi verilerine göre 208 ülkenin/devletin varettiği habitat içinde- dünyada- ulus-devlet olarak temayüz etmektedir.
Demek istediğim, tek başımıza bir ormanda yaşamadığımız ve zorunlu olarak dünya ailesinin- yani diğer devletler ile- diğer bireyleri ile ilişkide bulunacağımız için yukarıda bahsi geçen kelimeler var ya, işte bunların düzen ve rota oluşturduğu değerler manzumesi veçhesinde karar ve politikalar üretilmek durumundadır.
Eğer, üretim yaparım ama dışarıya satmam diyorsanız, başka!
Eğer, ben bilgi üretir bunu küreselleşmeye sunmam diyorsanız, başka!
Eğer, ben ar-ge faaliyetlerinde bulunurum ama bunu kendime saklarım diyorsanız, başka!
Eğer, ben bilimsel çalışmalar sonucunda çığır açacak yeniliklerle değişime ve dönüşüme kapı aralarım, bunun için ampirik çalışmalara yoğunlaşırım ama sadece kendime, dış dünyayla işim olmaz diyorsanız, başka!
Bu önermeler uzatılır, aklınıza gelebilecek diğer “tutarlı cümleler” ile.
Varsayımlara göre yaşamlarımızı düzenlemediğimize göre… Yani, balta girmemiş bir ormanda yabaniler misali yaşamadığımıza göre, dünyayla eş uyum içinde bir “varlık” sürdüreceğiz.
Gelmek istediğim husus…
Bu bahsettiğim olguların neden itibarsızlaştırılamayacağı!
* * *
Dikkat ediyor musunuz?
Aylardır medyada olsun, yazılı basında olsun, ekonomik olarak odaklandığımız husus:
Yabancı sermaye… Finansman… El parası…
Neden?
Çünkü, öz sermayemiz ne ülke ekonomisinin ihtiyaç duyduğu üretim akçesine yetiyor ne de insan kaynaklarımızın (vatandaşlarımızın) yaşamlarını idame ettirmek için elde etmek mecburiyetinde oldukları gelirlerine…
İhracat (dış satım) yapabilmek için de, ithalat (dış alım) yapabilmek için de, finansmana gereksinimimiz var. Doğal olarak, bu ihtiyaç duyulan para dış dünyadan geleceğinden, bu parasal stoku elinde bulunduran gerçek veya tüzel kişiler…
Paralarını transfer edecekleri ülkelerin siyasal-toplumsal hâlihazırdaki görünümlerine bakarlar:
Hukuktaki yerleri ve algılanışları…
Demokrasi ligindeki yerleri ve algılanışları…
Temel insan hak ve özgürlüklerindeki yerleri ve algılanışları…
Basın özgürlüğü…
Sivil toplum…
Kamu idaresinin şeffaflığı ve hesap verebilme tutumu, yanisi gerektiğinde siyasî idare yargı önünde hesap verebilmelidir.
Liste uzar gider…
İşte bunun içindir, özellikle yaşamlarını Siyasal İslam’a göre düzenleyen ve içinde bulundukları toplumun “kahir ekseriyetinin rızasını almadan” devlet tahayyülü kuranların, bu seküler politik ögelere dudak bükmelerinin yersizliği…
Son günlerdeki anayasada her biri tanımlı yargı organları arasındaki çatışmanın, neden bu kadar ehemmiyet arz ettiğinin yansımasıdır, eğer sen parasını transfer edecek yabancı sermayedara “burası güvenli limandır” mesajını bihakkın veremezsen, bu zamanda hem ekonomik olarak hem de toplumsal olarak sendelemeye, ta ki her bakımdan yeterli ülke/devlet oluncaya değin devam edersin.