Şunu kabul etmek gerekiyor… Emperyalizmin, şuan en büyük rakip gördüğü ve kendisinin yolundan temizlemek istediği hasmı…
ULUS DEVLET/LER.
Bazı şeyleri değerlendirirken ve irdelerken, “ideolojik bağnazlığımızdan” taviz vermemiz gerekebilir. Öyle bir duruma getirildi ki artık siyasetle ilgili gelişmeler ve hususlar…
Fanatizm. Evet, belki yine kanıksadığınız kavram ve olgular üzerinden tespit yapmaya çalışıyorum.
Ama ne yapabilirim? Belki birçok insanımız/vatandaşımız, artık politik analiz-köşe yazısı-yorum-sohbet okumaktan ve dinlemekten bıktı.
Belki, ıvır-zıvır yazılar görmek ve okumak istiyor olabilirler. İşte ne bileyim, çiçek-böcek, ah nerede o bahar ayları, ılık ılık esen yel gibi…
Tabii ki insanlarımızın bu minvalden değerlendirmelere de ihtiyacı var. Ama, şunu unutmamak lâzım: Siyaset dediğimiz “insan yönetme” sanatı, sizce, sadece yüksek kattaki insanların uhdesinde mi olmalı?
Aslında, tekrara düşüyorum, daha önce de bu doğrultuda vurgulamalar yapmıştım. Nedense, bizim memleketimizde bir kesim var ki siyasetten hiç haz etmez. Siyasetin “s”nin yanlarında konuşulmasına bile tahammülleri yoktur.
Yine, bir başka kesim var ki… Bunların “işleri güçleri” varoldukları ortamlarda, “uzman oldukları” alanlarda “ahkâm” kesmeleridir. İşte ne bileyim, Yunanistan azıcık diplomatik dilden mi uzaklaştı ya da adalarda haddi olmayan kalkışmalara mı başvurmaya başladı veya Türkiye’nin çıkarlarını baltalamayı mı düşünüyor; bu uzmanlarımızın nokta atışları “hiç bitmez”!
Dinler durursun.
Hakeza, Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya Federasyonu, ülkemizin âli çıkarlarına yönelik tertiplerin azmettiricisi rolünde mi, bu devletlerin, uzmanlarımızın(bilirkişilerimizin) ellerinden çekecekleri vardır!
Değerli okuyucular,
Hayatı algılama ve yorumla potansiyelinize göre ister SAĞCI olun ister SOLCU olun…
Hiç fark etmez. Mevzubahis, “devletin ve ülkenin birliği ve bütünlüğü” ile “milletin varlığı ve dirliği” ise…
Gerisi, “laf-u güzaf” olmalıdır.
Olmalıdır diyorum, çünkü milletimizin ferasetine pek güvenemediğimden…
Şunu hemen not edelim: Türkiye gibi değerlere sahip olmayan ve özellikle de aynı dine mensup olmadığımız devletlerin ve dolayısıyla devlet adamlarının, milletimizin ve ülkemizin bulunduğu coğrafyada “fark yaratmasını” istemeyeceğini ve dahası kabullenmeyeceğini ikrar etmenin, hiçbir mantıksal aykırılığı yoktur.
Hâl böyle iken… Konjonktürel dalgalanmalara binaen değişimlerin ve dahası öngörülemeyecek hadiselerin artık neredeyse “vaka-i adiye”ye dönüştüğü bir cenderede…
Severseniz ya da tasvip etmezsiniz…
Yekvücut olmaya “çabalayalım”! İşte gördünüz… İsveç’te dinimizin yazılı tek ve tartışılamaz kaynağı KUR’AN-I KERİM yakıldı. Daha bundan önce de Müslüman cemaatin kutsallarına saldırılarak, insanları birbirine kırdırma kumpası içinde oldular, bu sözde medeniyet kumkumaları!
Yine, cari dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin devlet başkanını aşağılayan eylemlere muhalif cepheden ses gelmemesi. Kusura bakmayın değerli okuyucular, Sayın Recep Tayyip Erdoğan AK Parti Genel Başkanı olabilir ve muhafazakâr seçmenden epeyce takdir ve teveccüh görüyor olabilir. Ama bu husus, Sayın Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “ Cumhurbaşkanı” olduğu gerçeğini değiştirir mi?
Değiştiriyor mu?
Demek istediğim, gerçekten de karanlık bir çağa doğru gidiyoruz. İster bana gülün ister beni tiye alın. İçinde bulunduğumuz dönem/çağ, ileri ve yüksek teknolojiye ve ilmî tekâmüle karşın, her türlü insanî değerlerin “ayaklar altına” alındığı bir dönem.
Milli değerlerimizin ve toplumumuzun tamamını ilgilendiren “milli güvenlik” tabanlı gelişme ve değişimlerin kanımca ne ideolojisi ne de yaşam felsefesi olur…
Seçimlere yakın zamanlarda…
Muhalefet taraflarından yankılanan sesler nedir: İşte efendim iktidar, elinde bulundurduğu devlet gücüne istinaden seçmen algılarıyla oynayabilmek için elinden geleni ardına koymayacaktır.
Vatandaşlarımızın sıkıntı çektiği alanlarda, kamu otoritesi olmanın verdiği yasal dayanakla devlet güçlerini bu sıkıntıları bertaraf etmek için seferber edecektir vb…
Belirttiğim üzere, muhalefet cenahından gelen veryansınlar zaten “hiç” bitmez… Hiç memnun olmazlar!
Yol yaparlar, duble yol yaparlar, sanki “babalarının tapulu malı, adı üzerinde devlet yolu”… Ne gerek vardı derler?!
İHA-SİHA… Zırhlı araçlar… Savunmamızı “milli” yapacak “atılımların” hepsine, külliyen bayrak açmak…
Demiryollarını söylemiyorum bile… Bu Kemalist aydın kesime göre zaten Türkiye’de hiçbir şeye gerek yoktur:
E ne olacak canım…
Karnın acıktığında, sabah kalkar kalmaz aç karnına NUTUK’TAN bir cümle okuyuverirsin, hop doyarsın…
Laiklik, demokrasi ve cumhuriyet kelimelerinin hercümerç olduğu fazladan fazladan “cümlecikler” kuruverirsin, hiçbir şeyin farkında olmayanlar seni:
AYDIN–AYDINLANMIŞ, sanıverirler.
E ne olacak canım…
Vatanına ve sınırlarına, ve dahası bayrağına, ezanına, göz dikildiğinde de sanırım…
ATA’mızın yeniden Samsun’dan özgürlük ve demokrasi meşalesini yakarak, harekete geçmesini beklersin.
Ne ki… Tarihteki olmuş-bitmiş hadiselerin, tarih içinde önemli işlere imza atmış kişilerin tekraren “vücuda” gelmeleri mümkün değildir.
Devlete yön verenlerin, devlet işleriyle iştigal olanların duygusallık gibi bir zaafları olamaz.
Bir başka ilginç durum ise…
Milli devletlerin iç işlerinin yabancı devletler tarafından karıştırılmak istenmesidir.
İşte görüyoruz…
Yine, beynelmilel operasyonlar tetiklenmeye başladı…
Uluslararası saygınlığı(!) olan sözümona dergiler ve gazeteler, gelecek dönemde ülkemizde yapılacak seçimlere yönelik analiz ve öngörülerini yayımlamaya başladılar.
Özellikle, ECONOMİST dergisinin ülkemize yönelik “sevdasını” anlamak pek güç!
Yine, topluma önder olduklarını “savlayan” think-thank yapılarının güya “tarafsızlıkla” yaptıkları/yaptırdıkları araştırmalarının bulgularının da nasıl ülkemizin iç işlerine karışmak adına biçilmiş kaftan olduğunu görmeniz ve afallamamanız da artık sıradan bir durumdur.
Velhasıl…
Eğer, “Batı’da” ülkemizin “milli değerlerine ve çıkarlarına” yönelik sütre arkasından bir şeylerin kıvılcımını yakmaya dönük hareketlilikler başlamış ise…
Eyvah ki ne eyvah!
Şunu kabul edelim değerli okuyucular…
Siyasi partiler ve siyasetçiler ilelebet var olmayacaklar. Dünyadaki beşeri yaşamın gereği olarak bu handan, siyasi partiler de ve dahası politikacılar da geçip gidecekler.
Tıpkı bu dönemden önceki zamanlarda olduğu gibi. Ama, biz faniler “nefsimizin” oyunlarına yenik düşerek, millet ve devlet yakınlaşmasından saparak, kendi dünyalığımızın arkasına takılırsak…
Akıbetimiz HÜSRAN olur. Ben demiyorum ki, yaşamdan damıttığın tecrübelere ve yaşam değerlerine göre ister sağcı ol ister solcu ol…
ÖNEMLİ OLAN… Duyargalarının açık olması ve sıkça tekrarladığım gibi, AGÂH olmak.
Ne yaparsak yekvücut olarak başaracağız, yoksa tarih içinden tekrardan bir kahraman beklemek ham bir sükût-ü hayalden başka bir şey olmayacaktır.