Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ticari ilişkiler, yalnızca ekonomik verilerle değil, aynı zamanda tarihsel süreç, siyasi dengeler ve küresel gelişmelerle de şekillenmiş bir yapıya sahiptir. Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan AB hem ihracat hem de ithalat açısından vazgeçilmez konumunu korumakta; ancak ilişkilerin derinliği ve sürdürülebilirliği giderek daha fazla tartışılmaktadır.
Gümrük Birliği’nin Getirdikleri ve Sınırları
1963 tarihli Ankara Anlaşması ile başlayan Türkiye-AB ekonomik ilişkileri, 1995 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile yeni bir aşamaya taşındı. Bu birlik, Türkiye’ye Avrupa pazarına serbest erişim imkânı sunarken, AB ürünlerinin de Türkiye pazarına girişini kolaylaştırdı. Bugün bakıldığında, Türkiye’nin ihracatında AB’nin payı %40’ın üzerinde. Bu oran, ülkenin dış ticaretinde Avrupa’nın ne denli kritik bir aktör olduğunu gösteriyor.
Ancak Gümrük Birliği yalnızca sanayi ürünlerini kapsıyor. Tarım, hizmetler ve kamu ihaleleri gibi alanlar dışarıda bırakıldığı için Türkiye’nin rekabet gücü sınırlanıyor. Örneğin, Türkiye’nin güçlü olduğu tarımsal üretim AB pazarına kısıtlı şekilde ulaşabiliyor. Öte yandan, AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarında Türkiye masada olamıyor; bu da Türk üreticileri zaman zaman dezavantajlı konuma düşürüyor. Bu nedenle Ankara yönetimi uzun süredir “Gümrük Birliği’nin güncellenmesi” gerektiğini dile getiriyor.
Ticaretin Sayısal Fotoğrafı
Rakamlar, ilişkilerin derinliğini net şekilde ortaya koyuyor:
İhracat: Türkiye’nin en büyük pazarı Almanya. Otomotivden tekstile, makineden gıdaya kadar birçok kalemde Türk ürünleri Almanya’da alıcı buluyor. Almanya’yı İtalya, Fransa, Hollanda ve İspanya takip ediyor.
İthalat: Türkiye, AB’den ağırlıklı olarak makine-teçhizat, kimyasallar, ilaç, elektronik ürünler ve otomotiv parçaları alıyor. Bu, Türkiye’nin sanayisini destekleyen stratejik bir ithalat profili ortaya koyuyor.
Yatırımlar: Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların %60’a yakını AB menşeli. Bu yatırımlar, yalnızca ekonomik büyüklük açısından değil, teknoloji transferi, istihdam yaratma ve üretim kapasitesini artırma açısından da kritik bir rol oynuyor.
Özetle, Türkiye’nin dış ticaretinde Avrupa ülkeleri, adeta “bel kemiği” niteliğinde.
Ekonomik İşbirliğinin Siyasal Boyutu
Ticaret yalnızca ekonomik rakamlardan ibaret değil. Türkiye-AB ilişkilerinde siyaset ve ekonomi her zaman iç içe oldu. AB, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olmasına rağmen, siyasi konjonktür çoğu zaman ekonomik iş birliğinin önüne geçti. Müzakere sürecindeki duraksamalar, vize serbestisi tartışmaları, demokratikleşme başlıklarındaki farklı yaklaşımlar zaman zaman ticareti gölgelese de ekonomik ilişkiler karşılıklı bağımlılığın en somut göstergesi olarak devam ediyor.
Yeni Dönemin Belirleyicileri: Yeşil Mutabakat ve Dijital Dönüşüm
Önümüzdeki dönemde Türkiye-AB ticaretinde en kritik başlık, Avrupa’nın Yeşil Mutabakat politikaları olacak. 2026’dan itibaren AB’nin uygulamaya koyacağı “Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması” özellikle çelik, alüminyum, çimento gibi sektörlerde Türkiye’yi doğrudan etkileyecek. Karbon emisyonlarını azaltamayan Türk ihracatçıları, Avrupa pazarında rekabet gücünü kaybedebilir.
Bu tablo, Türkiye için hem risk hem de fırsat anlamına geliyor. Risk, mevcut üretim yapısının AB standartlarına uymaması; fırsat ise yeşil dönüşümle birlikte yeni teknolojilerin ve yatırımların Türkiye’ye gelmesi. Dolayısıyla, Türkiye’nin Avrupa ile ticarette güçlü kalabilmesi için çevre standartlarını yükseltmesi ve sanayisini karbon nötr hedeflere uyumlu hale getirmesi kritik görünüyor.
Benzer şekilde, dijital ekonomi de yeni bir rekabet alanı olacak. Avrupa’nın dijital pazar standartlarına uyum sağlayamayan ülkeler, ticarette ikinci plana düşebilir. Türkiye’nin bu alanda da hızla uyum sağlaması gerekiyor.
Türkiye’nin AB ile ticari ilişkilerinde üç farklı senaryo öne çıkıyor:
Mevcut Durumun Devamı: Gümrük Birliği güncellenmezse Türkiye, orta vadede rekabet gücünü kaybedebilir.
Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi: Tarım, hizmetler ve dijital sektörlerin dahil edilmesiyle Türkiye-AB ticareti hem hacim hem çeşitlilik açısından sıçrama yapabilir.
Jeopolitik Gelişmelerin Belirleyiciliği: Küresel krizler, enerji arz güvenliği ve siyasi ilişkiler, ticaretin geleceğini hızla değiştirebilir.
Türkiye açısından en akılcı yol, Avrupa ile olan ekonomik ilişkileri çeşitlendirmek, mevcut avantajları korurken yeni iş birliği alanlarına yatırım yapmak olacaktır.
Sonuç
Türkiye ile AB arasındaki ticaret, rakamların ötesinde stratejik bir bağımlılık ilişkisi yaratmıştır. Avrupa, Türkiye için hem en büyük pazar hem de en büyük yatırım kaynağıdır. Ancak yeni dönemde bu ilişkilerin sürdürülebilirliği, tarafların güncel küresel koşullara nasıl uyum sağlayacağına bağlıdır. Türkiye’nin yeşil dönüşüm, dijital ekonomi ve inovasyon alanlarında atacağı adımlar, Avrupa pazarındaki konumunu belirleyecektir.
Bir başka ifadeyle, Türkiye-AB ticareti bugüne kadar güçlü bir zeminde ilerlemiş olsa da asıl sınav önümüzdeki yıllarda verilecektir.