Son yıllarda İran’da sosyal medyada sıkça paylaşılan bir görüntü dikkat çekiyor: Tebriz’de bir anne ve baba, çocuğuna Türkçe bir isim vermek istediği için nüfus müdürlüğünde yasal engelle karşılaşıyor. İlk bakışta bireysel ve önemsiz bir olay gibi görünebilir. Ancak bu sahne, İran İslam Cumhuriyeti’nde yapısal bir gerçeğin yansımasıdır: Fars olmayan kimlik ve dillerin sistematik biçimde sınırlanması ve tek tip bir kültürel-siyasal çerçeveye sıkıştırılması.
İran’daki Türkler —ki sayılarının 25 milyonu aştığı tahmin ediliyor— onlarca yıldır temel bir paradoks içinde yaşamaktadır. Ülkenin siyasi ve ekonomik yapılarında yer alsalar da, kültürel ve dilsel alanlarda ciddi engellerle ve ayrımcılıkla karşı karşıyadırlar. Bu dil baskısı, yalnızca kültürel dışlanma yaratmakla kalmamış, aynı zamanda geniş çaplı ve sessiz bir direniş biçimine dönüşmüştür.
Bu yazıda, İran Türkleri için dilin nasıl bir kültürel araçtan kimliksel ve siyasal bir direnişin odak noktasına dönüştüğünü göstermeye çalışacağım. Bu direniş nasıl şekilleniyor? İran İslam Cumhuriyeti buna nasıl bir tutum sergiliyor?
İran’daki Türklerin Güç Yapısındaki ve Toplumdaki Yeri
İran Türkleri —ki genellikle Güney Azerbaycanlılar olarak anılırlar— ülkenin en büyük etnik-dilsel gruplarından biridir. Resmi ve gayriresmî kaynaklara göre nüfusları 25 ila 35 milyon arasında değişmekte olup, başta Doğu ve Batı Azerbaycan, Erdebil, Zencan, Kazvin, Tahran’ın bazı bölgeleri, Karaj, Gilan ve Hemedan gibi eyaletlerde yaşamaktadırlar. Sayıca küçük topluluklardan farklı olarak, Türkler azınlık değil, çoğunluk benzeri bir azınlık olarak tanımlanabilir.
İran İslam Cumhuriyeti’nin siyasal yapısında Türkler aktif bir rol oynamıştır. Günümüzde lideri Ayetullah Hamaney de Türkdür. Rejimin birçok önemli ismi Türk kökenlidir. Bu durum zaman zaman, Türklerin sistematik olarak ayrımcılığa uğramadığının bir kanıtı olarak sunulmuştur: “Eğer Türkler dışlanıyor olsaydı, neden bu kadar üst kademede yer alsınlar?” denilir.
Ancak bu yüzeysel bir değerlendirmedir. Zira bazı bireylerin sistemde yer alması, toplumsal olarak Türk kimliğinin tanındığı anlamına gelmez. Bu Türk kökenli elitler çoğunlukla Farsça merkezli ve asimilasyoncu bir çerçevede hareket etmiş; Türk toplumunun kültürel ve dilsel taleplerini temsil etmekten kaçınmışlardır. Anadilde eğitim, bağımsız Türk medyası veya kültürel haklara ilişkin talepler sıklıkla görmezden gelinmiştir.
Toplumsal alanda da Türkler, ticaret, tarım, sanayi ve akademide önemli roller üstlenmektedir. Tebriz, Zencan, Erdebil ve Urmiye çarşıları ülkenin ekonomik merkezlerinden sayılır. Tahran’da da önemli bir Türk esnaf varlığı söz konusudur. Ancak aynı zamanda, özellikle kırsal ve sınır bölgelerde yoksulluk, işsizlik ve göç gibi sorunlar da yoğundur. Bu toplumsal eşitsizlik, dilsel ve kültürel baskılarla birleştiğinde derin bir dışlanmışlık hissi yaratmaktadır.
İran İslam Cumhuriyeti’nin Dil Politikaları
İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana devletin dil politikası, Farsça temelli kültürel tekleştirmeye dayalı olmuştur. Anayasada yer alan 15. madde, yerel dillerin medyada kullanılmasına ve edebiyatlarının okullarda öğretilmesine teorik olarak izin verse de, bu madde hiçbir zaman etkin biçimde uygulanmamıştır. Pratikte bu hüküm, “askıya alınmış bir anayasa maddesi” olarak kalmıştır.
Türkler için mesaj nettir: Türk dili, resmi eğitim, medya veya kimlik inşası sürecinde kendine yer bulamamaktadır. Hiçbir eğitim kademesinde anadil eğitimi mümkün değildir. Ders kitapları, televizyon programları, resmi belgeler ve formlar yalnızca Farsçadır. Hatta nüfusun büyük çoğunluğunun Türkçe konuştuğu eyaletlerde bile devlet görevlileri resmi yazışmalarda Türkçe kullanamaz.
Bu politikalar, özellikle genç kuşaklarda, yazılı ve edebi Türkçenin yitirilmesi konusunda ciddi bir kaygı doğurmuştur. Türkler, yalnızca anadillerini öğrenme şansından mahrum bırakılmakla kalmıyor, bu konuda gönüllü çabalar gösterdiklerinde de yasal engellerle karşılaşıyorlar. Son yıllarda birçok gayriresmî Türkçe kursunun kapatıldığı, Türkçe yayın yapan yerel gazetelerin yasaklandığı ve öğretmenler ile kültür aktivistlerinin gözaltına alındığı bildirilmiştir.
Bu baskılar sadece kültürel alanla sınırlı değildir; güvenlikçi bir boyut da taşımaktadır. Türk diline yapılan her vurgu, güvenlik kurumları tarafından “etnikçilik”, “bölücülük” veya “ulusal birliği bozma” gibi suçlamalarla karşılaşabilir. Anadilde eğitim gibi sivil talepler bile tutuklama ya da sosyal dışlanma gerekçesi olabilir.
İran devletinin Türkçeye yönelik dil politikaları, bir yandan yumuşak inkâr, diğer yandan sert baskının birleşimi olarak tanımlanabilir. Milyonlarca insanın konuştuğu bir dil, resmi sistemde yalnızca görmezden gelinmekle kalmamakta, aynı zamanda potansiyel bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Kültürel Direnişin Yükselişi
Dil ve kültüre yönelik resmi kısıtlamalara karşı İran Türkleri, gayriresmî ve toplumsal yollara başvurarak bir tür “kültürel direniş” geliştirmiştir. Bu direniş, sokak gösterileri ya da doğrudan siyasal faaliyetlerle değil, toplumsal ve kültürel faaliyetlerle dilin yaşatılması ve yayılması şeklinde tezahür etmiştir.
Bu direnişin en belirgin örneklerinden biri, evlerde ya da küçük gruplar hâlinde düzenlenen gayriresmî Türkçe kurslarıdır. Bu kurslar çoğunlukla gönüllü öğretmenler tarafından verilmekte ve ailelerin çocuklarına anadillerini öğretmelerini sağlamaktadır. Ayrıca sosyal medyada birçok Instagram, YouTube ve Telegram kanalı Türkçe içerikler üretmekte; dil öğretimi, müzik, dans, folklor ve kültürel tarihin aktarımı yapılmaktadır.
Kültürel etkinlikler ve festivaller de bu mücadelede önemli rol oynamaktadır. Devletin engellemelerine rağmen, bazı kültürel aktivistler geleneksel törenleri ve sanatsal etkinlikleri organize ederek kültürel mirası genç kuşaklara taşımaya çalışmaktadır. Bu tür etkinlikler yalnızca gelenekleri yaşatmakla kalmamakta, aynı zamanda kolektif kimlik ve dayanışma duygusunu güçlendirmektedir.
Özellikle büyük şehirlerde ve üniversitelerdeki genç Türk kuşağı, yeni medya araçları sayesinde kimliklerini ifade etmek için yaratıcı yollar bulmuştur. Geleneksel kıyafetler giymek, kültürel sembolleri sosyal medyada kullanmak ve Türkçeyi dijital platformlarda (YouTube, Instagram, Telegram, WhatsApp vb.) aktif olarak kullanmak bu sessiz direnişin parçalarıdır.
Bu direniş biçimi görünürde sakin ve dolaylı olsa da, derin bir aidiyetin ve kararlılığın göstergesidir. Resmi baskılara rağmen bu halk direnişi, Türkçenin unutulmasını engellemiş, hatta dili sahiplenme ve koruma arzusunu daha da pekiştirmiştir.
Dil, Bir Siyasal İtiraz Alanı Olarak
İran Türkleri için Türkçe, artık yalnızca bir iletişim aracı değil; kimliğin sembolü ve siyasal itirazın da bir aracıdır. İran İslam Cumhuriyeti’nin tek yönlü ve sınırlayıcı dil politikaları karşısında, Türkçeyi yaşatma ve yayma yönündeki her çaba, sessiz ama sürekli bir itiraz anlamı taşımaktadır.
Türkçe; tarihi, kültürel ve kolektif kimlikle olan güçlü bağları nedeniyle, kimliksel, kültürel ve siyasal taleplerin kesişim noktasına dönüşmüştür. Anadil sınırlanıp yasaklandığında, bu açık bir kimlik inkârı anlamına gelir. Dolayısıyla Türkçeyi korumak; eşit haklara, etnik kimliğe ve daha geniş toplumsal-siyasal taleplere sahip çıkmak demektir.
Birçok durumda Türkçe talepleri, ekonomik eşitsizlik, sosyal adalet ve siyasal temsiliyet gibi taleplerle de iç içe geçmiştir. Türk bölgelerinde yaşanan ekonomik mahrumiyet, anadilde eğitim eksikliğiyle birleşerek toplumsal memnuniyetsizliği artırmaktadır. Türkçe, bu açıdan bazı dönemlerde doğrudan siyasal baskıyla karşılaşan protestoların da simgesine dönüşmüştür.
Rejim bu talepler karşısında genellikle “yumuşak baskı” taktiklerini tercih etmektedir: Gayriresmî eğitim merkezlerinin kapatılması, Türkçe kitap ve medyanın sınırlanması, aktivistlerin sorgulanması gibi. Ancak zaman zaman daha sert müdahaleler de yaşanmakta; gözaltılar, tehditler ve yıldırma politikaları uygulanmaktadır.
Özetle, İran Türkleri için Türkçe artık yalnızca bir kültürel konu değil, aynı zamanda bir siyasal mücadele alanıdır. Bu dil, homojenleştirici politikalara karşı kimliksel bir direnişin simgesine dönüşmüş ve bu yönüyle insan hakları, sosyal adalet ve azınlık hakları gibi daha geniş konularla bağlantı kurmuştur.
Sonuç olarak, İran Türklerinin dil ve kültürlerini koruma yönündeki sessiz direnişi, yalnızca kültürel değil; aynı zamanda derin bir siyasal ve kimliksel itirazdır. İran İslam Cumhuriyeti’nin dil politikaları, Türkçeyi sistematik olarak dışlamakta ve gayri-Fars kimlikleri asimile etmeye çalışmaktadır. Ancak Türkler, toplumsal ve gayriresmî yöntemlerle bu dili yaşatmakta ve kimliklerine sahip çıkmaktadır.
Bu kültürel ve dilsel direniş, Türklerin kimliklerine olan güçlü bağlılığının bir ifadesidir. Aynı zamanda, eşit haklar ve siyasal katılım konularındaki yaygın memnuniyetsizliğin de bir yansımasıdır. Bu gerçeklerin göz ardı edilmesi ve baskı politikalarının sürdürülmesi, İran’ın toplumsal barışı ve ulusal birliği açısından ciddi riskler taşımaktadır.
Gerilimlerin artmasını önlemek ve barış içinde bir arada yaşamı güçlendirmek için gerçek bir kültürel ve siyasal diyaloğa ihtiyaç vardır. Bu diyalogda, farklı dillerin ve kimliklerin tanınması ve kültürel-dilsel hakların güvence altına alınması gerekmektedir. Ancak bu şartlar sağlandığında sessiz direniş, anlamlı bir diyaloğa ve katılıma dönüşebilir ve İran, kültürel ve dilsel çeşitliliğiyle güçlü bir toplum olarak varlığını sürdürebilir.