Dr. Hamid Şehanegi
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Dijital Gürültüde Unutulmuş Bir Rol: Annelik

Dijital Gürültüde Unutulmuş Bir Rol: Annelik

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Son yıllarda Türkiye, toplumsal cinsiyet rolleri, kadın haklarında eşitlik ve ailenin durumu gibi konularda her zamankinden daha hararetli tartışmalara sahne olmaktadır. Bir yanda Erdoğan hükümeti nüfus odaklı ve aile merkezli politikaları hayata geçirirken, diğer yanda özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yaşayan toplumun önemli bir kesimi bireyciliğe, feminist söylemlere ve kadın kimliğinin yeniden tanımlanmasına yöneliyor. Bu değer çatışması, beraberinde önemli soruları gündeme getiriyor; bunlardan biri de günümüz kamusal alanında “anneliğin” yeri.

Bugün Türkiye toplumunda annelik hâlâ bir değer mi? Yoksa Instagram ve Twitter gibi platformlarda egemen olan söylemler arasında bu rol arka plana mı itilmiş durumda?

Son zamanlarda İran’daki kadınların Instagram söylemleri üzerine yapılan bir araştırma yayınlandı. Her ne kadar iki ülke arasında yapısal farklar bulunsa da, bu çalışma Türkiye’deki benzer durumu düşünmemize neden oluyor. Araştırma, İranlı kadınların Instagram’daki popüler sayfalarına odaklanıyor ve annelik rolünün – bir ya da iki istisna dışında – ya tamamen göz ardı edildiğini ya da olumsuz, engelleyici bir dille ele alındığını açıkça ortaya koyuyor. Bu bulgular, Türkiye’deki kadınların sosyal medya söylemleriyle oldukça paralellik gösteriyor.

Türkiye’de de dijital alan – Instagram’dan TikTok’a, hatta LinkedIn gibi daha profesyonel platformlara kadar – bireysel özgürlük, beden olumlama, toplumsal cinsiyet eşitliği ve seçim özgürlüğü gibi kavramları merkeze alan söylemlerin etkisi altındadır. Bu ortamda, annelik artık merkezi bir rol olmaktan çıkmış; zaman zaman mesleki gelişimin önünde bir engel veya “kadın özerkliğine” tehdit olarak sunulmaktadır.

Türkiye’deki bazı yüksek takipçili feminist sayfalar, kadın haklarını savunma açısından kıymetli içerikler üretse de, anneliği yücelten ya da gerçekçi bir bakış açısıyla tartışan içeriklere pek rastlanmıyor. Bu söylemlerde annelik çoğunlukla toplumsal baskı, artan iş yükü, doğum sonrası depresyon ya da ekonomik bağımlılıkla ilişkilendiriliyor. Sonuç olarak, evli kadınlar da dahil olmak üzere “anne olmama” kararı, bir tür özgürleşme eylemi olarak sunuluyor.

Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti hükümeti “Yüzyılın Türkiye’si” vizyonu çerçevesinde; “çalışan annelere destek”, “doğum kredileri” ve “uzatılmış doğum izni” gibi projelerle aile kurumunu yeniden tanımlamaya ve güçlendirmeye çalışıyor. Ancak bu politikalar, söylemsel ve kültürel bir altyapı ile desteklenmediği sürece, sadece yüzeyde kalıyor.

Peki neden Türkiye’deki kadınlar, dijital mecralarda annelikten daha az bahsediyor? Bu yalnızca modernleşme ve dijitalleşmenin kesişiminden mi kaynaklanıyor? Yoksa bu durumu bir tür “kültürel aşınma” olarak mı değerlendirmeliyiz?

Bu soruların cevabı daha derinlemesine bir analiz gerektiriyor. Birinci düzeyde, kabul etmeliyiz ki Türk kadınları son on yıllarda eşit haklara ulaşmak adına zorlu bir yol kat ettiler. “Ailenin Korunması” yasasından “İstanbul Sözleşmesi” tartışmalarına, kadın söylemi Türkiye’de uzun süre “var olma mücadelesi” ile şekillendi. Bu süreçte, geleneksel ve zaman zaman kısıtlayıcı bir rol olan annelik doğal olarak önceliğini kaybetti.

Ancak bir başka düzeyde daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız: Annelik, sosyal bir sorumluluk, kültürel bir bağ ve nesilleri yetiştiren bir kapasite olarak kamusal söylemden silinmek üzere. Eğer annelik yalnızca kişisel ve hatta bazen istenmeyen bir deneyim olarak görülürse, aile yapısının güçlenmesini ya da doğum oranlarının artmasını nasıl bekleyebiliriz?

Türkiye’de doğurganlık oranı 1.5’in altına düşmüş durumda ve her yıl çocuksuz, bekar kadınların sayısı artıyor. Bu hayati rolün göz ardı edilmesi, aslında toplumsal bir kendini imha sürecidir. Yeni bir söylem inşasına ihtiyacımız var: Annelik, kadın özgürlüğü ve bağımsızlığıyla çatışan değil, onun bir uzantısı olarak yeniden tanımlanmalıdır.

Elbette bu yeniden inşa, “ev kadını kurban” klişesini yeniden üretmemelidir. Bunun yerine; aktif, eğitimli, bilinçli ve eylemci annelerin temsiliyle şekillenmelidir. Annelik, bilinçli bir tercih, onur verici bir rol ve desteklenmeye değer bir sorumluluk olarak sunulmalıdır.

Türkiye, yeni bir söyleme ihtiyaç duyuyor: Modern annelik, seçilmiş annelik, toplumsal annelik. Bu söylemde anne; ne bir kurban ne de gelenekselin yeniden üretim aracı, aksine ailede, toplumda ve hatta siyasette etkin bir aktördür.

Bu söylemi hayata geçirmek için medyanın gücünden yararlanmalıyız. Tanınmış isimler, influencer’lar, sanatçılar ve ünlüler kilit bir role sahiptir. Kamu medyası da anneliği sadece dini ya da ideolojik yaklaşımların tekelinden çıkarıp, sosyal, kültürel ve estetik bir mesele haline getirmelidir.

Kadın çalışmaları alanında uzun süredir araştırma yapan bir sosyolog olarak şuna yürekten inanıyorum: Annelik söyleminin yeniden canlandırılması, yaşlanma, yalnızlaşma ve aile çözülmesi eşiğinde duran bir toplum için az sayıdaki çıkış yollarından biridir.

Artık zamanıdır: Annelik kamusal söyleme geri dönmeli – bu kez bilinçli ve gururla.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Medyabir Haber Ajansı ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!