1. Haberler
  2. Röportaj
  3. Röportaj: Türkiye’de Kadın Olmak, Vazgeçmeden Var Olmaktır

Röportaj: Türkiye’de Kadın Olmak, Vazgeçmeden Var Olmaktır

Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve Siyasetçi Nihal Aşçıoğlu Duysak ile Röportaj

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Toplumun her alanında mücadele eden, üreten, sesi bastırılmak istenen ama her defasında daha güçlü çıkan kadınların sesi, Türkiye’de giderek daha fazla duyuluyor. Bu röportajda, akademisyen kimliğinin yanı sıra aktif siyasi yaşamı ile tanınan, uluslararası ilişkiler uzmanı Nihal Aşçıoğlu Duysak ile Türkiye’de kadın olmanın anlamını, karşılaşılan engelleri ve çözüm yollarını konuştuk. Kendine özgü sakin ama net üslubuyla Duysak, kadın olmanın bireysel değil, kolektif bir mücadele olduğunun altını çiziyor.

➤ Sayın Duysak, röportajımıza temel bir soruyla başlayalım: Türkiye’de kadın olmak sizce ne anlama geliyor?
Türkiye’de kadın olmak, çoğu zaman hem görünür hem de görünmez mücadelelerin içinde bir yaşam sürmektir. Toplumsal normlar, dini referanslar, kültürel kalıplar ve siyasi iklim; kadının yerini belirlemek için yarışıyor adeta. Kadın olarak dünyaya gelmek, başlı başına bir direniş hattında doğmak anlamına geliyor burada.

Kadınlar sadece birey olarak değil, aileyi temsil eden, “namus” gibi soyut ama ağır yüklerle tarif edilen varlıklar. Bu yükler, onların karar alma mekanizmalarından uzak tutulmasına, ekonomik bağımsızlıklarını kurmakta zorlanmalarına ve en kötüsü şiddet görmelerine neden oluyor.

Ancak tüm bu zorluklara rağmen kadınlar geri adım atmıyor. Bugün Türkiye’de kadın olmak, vazgeçmeden var olmayı öğrenmek demektir. Her gün yeniden dirilmek, yeniden yürümek, yeniden üretmektir.

➤ Siz hem akademide hem siyasette yer almış bir kadınsınız. Bu iki alanda kadın olmak nasıl bir deneyim?
İkisi de farklı ama benzer baskılarla dolu. Akademide kadınsanız, sesinizin duyulması için daha çok çalışmak zorundasınız. Alanında ne kadar uzman olursanız olun, erkek meslektaşlarınızın doğal kabul edildiği ortamlarda sizin bilgiyle, çalışmayla, sabırla kendinizi ispat etmeniz gerekiyor. Akademik camiada kadın olmak, çoğu zaman “öğretim görevlisi” kalmak, “profesör” olamamakla sınanmak demektir.

Siyasette ise durum daha karmaşık. Siyaset, erkek egemen bir alan ve bu çok açık. Kadınlar siyasette genellikle “vitrin süsü” olarak algılanıyor. Parti yönetimlerinde, belediye meclislerinde, hatta TBMM’de kadın sayısı yıllardır sınırlı. Karar verici konumlara gelmek hâlâ çok zor. Size danışan değil, sizi temsil eden bir siyaset anlayışıyla hareket etmek gerekiyor. İşte bunu değiştirmeye çalışıyoruz.

➤ Kadınların siyasete katılımı konusunda ne gibi yapısal sorunlar var sizce?
Öncelikle kadınlar siyasete katılsın istiyoruz ama onları oraya taşıyacak yolları açmıyoruz. Siyasal partiler yasasında kadın temsili için bağlayıcı kotalar yok. Parti içi kültür hâlâ erkeklerin diliyle şekilleniyor. Kadınlar toplantıdan önce çocuğunu kreşe bırakıyor, sonra gelip siyasal strateji konuşuyor; ama ne partilerin gündeminde kreş var ne de kadınların bu yükünü paylaşacak bir toplumsal bilinç.

Öte yandan kadınlar siyasette çoğunlukla sosyal işler, kadın kolları gibi alanlara yönlendiriliyor. Oysa ekonomi, dış politika, güvenlik gibi “sert” konularda kadınlar da söz sahibi olmalı. Çünkü bu alanlar yalnızca erkeklerin tekelinde değil.

➤ Kadın hareketinin Türkiye’deki tarihsel seyri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugün nereye geldik?
Türkiye’de kadın hareketi, Osmanlı’nın son dönemlerinden bugüne kesintili ama güçlü bir direniş tarihine sahiptir. 1980 sonrasında feminist dalga, kadın kimliğini toplumsal alanda daha çok tartışılır hale getirdi. Kadın örgütlenmeleri, hukuki kazanımlar, İstanbul Sözleşmesi gibi örneklerle belli bir eşik aşıldı.

Ancak son yıllarda bu kazanımlar ciddi baskı altında. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, nafaka hakkının tartışmaya açılması, kadın derneklerine yönelik kapatma davaları, bu gerilemenin göstergesi. Ama bir yandan da genç kuşak kadınlar daha özgüvenli, daha bilinçli geliyor. Onlar sayesinde bu mücadele daha örgütlü ve umut dolu ilerliyor.

➤ Kadına yönelik şiddet konusunda ne yapılmalı? Yasalardan öte hangi zihinsel dönüşümler gerekiyor?
Kadına yönelik şiddet, sadece bir “aile içi sorun” değil, kamusal bir suçtur. Ancak Türkiye’de bu hâlâ böyle algılanmıyor. Şiddeti uygulayan çoğu zaman cezalandırılmıyor ya da iyi hâl indirimleriyle ceza almadan kurtuluyor.

Yasalar elbette önemli ama zihniyet dönüşümü olmazsa hiçbir yasa tek başına yeterli olmaz. Okullarda toplumsal cinsiyet eğitimi şart. Erkek çocuklarına, kadının birey olduğu, erkeğe ait olmadığı öğretilmeli. Medyada kadın hâlâ ya kurban ya da “tehlikeli” figür olarak sunuluyor. Bu da toplumsal belleği etkiliyor.

➤ Genç kadınlara nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Her şeyden önce yalnız olmadıklarını bilmelerini isterim. Toplum onlara susmalarını, boyun eğmelerini, “kadınlıklarını bilmelerini” öğütleyecek. Ama onlar tüm bunlara rağmen düşünsünler, sorsunlar, talep etsinler. Bilgi güçtür. Ekonomik bağımsızlık özgürlüktür. En önemlisi ise dayanışmadır. Birbirlerini yalnız bırakmasınlar.

Kadın olmak bir cinsiyet değil, bir var oluş biçimidir. Her gün baştan başlamak, her gün yeniden inşa etmektir. Ama biz kadınlar bunu yapabilecek güçteyiz. Yeter ki inanalım ve bir arada duralım.

Nihal Aşçıoğlu Duysak, sadece Türkiye’de kadın olmanın ne anlama geldiğini değil, aynı zamanda bu mücadelenin kolektif bir akılla nasıl dönüştürülebileceğini de bizlere gösteriyor. Onun sözlerinde yalnızlık değil, umut; çaresizlik değil, örgütlü bir mücadele var. Türkiye’de kadın olmak kolay değil belki ama birlikte olunduğunda her şey mümkün.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Medyabir Haber Ajansı ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!