3 Kasım 2002 yılı ile…
Bugünleri kıyasladığımızda… Gerçekten de çok şeyin değiştiğini görüyoruz. AK Parti çevreden “sessiz çoğunlukların” temsilcisi olarak merkeze iktidara gelirken…
Esasında… Bunalmış ve umutları körelmiş diğer kesimlere de ümit olma adına ışık veriyordu. Zaten AK Parti’yi ardı ardına seçim zaferlerine götüren etmenlerin başında, geniş bir çevreden de destek görmesi idi.
O zamanlarda “zamanın ruhu” ve siyaset kurumunun alternatif üretememesi, AK Parti’yi seçmen indinde değişimin ve hizmet odaklı siyasetin vazgeçilmezi yapmıştı.
En son tahlilde… Geldiğimiz nokta, 3 Y ile mücadele edeceğine söz veren bir partinin kendisi gibi düşünmeyenleri, kendisi gibi tavır ve tutum takınmayanları “ötekileştirdiği” ve “yabancılaştırdığı”, özgürlüklerin tıkandığı, nokta oldu.
Siyaset kurumunun olmazsa olmazı, tabii ki demokratik bir toplum için söyleyebileceğimiz, siyasî partilerin rahatça varolabilmeleridir. Bu da yetmez. Hiçbir baskı ve engelleme görmeden, siyaset kurumu içinde iktidarı denetleyebilmesi, eleştirebilmesi ve yeri geldiğinde denge unsuru olabilmesidir.
2025 Türkiye’sinde siyasal erkin beklediği ve sanırım zihninde tasavvur ettiği: “Dikensiz Gül Bahçesi”.
Ama böyle bir ortamda ne demokrasiden ne de temel hak ve hürriyetlerden laf açılabilir. Çokkültürlülük ve çokseslilik, demokratik olgunlaşmanın ve gelişmenin kaldıracı gibidir. İnsanlar; taşkınlık yapmadan, kamusal alanda herhangi bir biçimde toplumun huzurunu ve güvenliğini tehlikeye atmadan, bozmadan, rahatlıkla temel insan hak ve hürriyetlerini kullanabilmelidirler. Böyle bir toplum açık toplum niteliklerini pekiştirirken, tersinde ise içe kapalı toplum nitelikleri pekişir.