Türkiye’nin altyapı yatırımlarında uzun süredir uyguladığı “Yap-İşlet-Devret” (YİD) modeli, devletin asli sorumluluklarını özel sektöre devretmesinin ötesinde, adeta “riskin kamuda, kazancın özelde kaldığı” bir düzene dönüşmüş durumda. Bu sistemin en çarpıcı örneklerinden biri ise Zafer Havalimanı. 12 yıl boyunca yolcu sayısı hep garanti rakamların çok altında kalmasına rağmen, özel şirkete milyonlarca euro ödenmeye devam edildi. Bu tablo, yalnızca bir havalimanının değil, Türkiye’de kamu kaynaklarının nasıl israf edildiğinin de resmi aslında.
50 MİLYONLUK YATIRIM, 208 MİLYONLUK DEVLET ÖDEMESİ
2012’de hizmete giren ve Uşak, Afyonkarahisar ve Kütahya’ya hitap etmesi planlanan Zafer Havalimanı, bugüne kadar tek bir yıl bile kar edemedi. 2025 itibarıyla toplamda 157 aydır zarar ediyor. Yapımı yalnızca 50 milyon euro tutan bu proje için devletin şirkete 2044 yılına kadar ödeyeceği garanti bedeli tam 208 milyon euro. Yani kamu, 50 milyonluk bir havalimanına 4 katı garanti ödemesi yapıyor. Devlet bu yatırımı kendisi yapsaydı, maliyet sadece inşaatla sınırlı kalacaktı. Ancak YİD modeliyle, devlet artık yıllarca “yolcu gelmese bile” para ödeyen bir pozisyonda.
2025’in yalnızca ilk 5 ayında, giden yolcu sayısı 15 bin 580 kişi olarak kayda geçti. Oysa aynı dönemde devlete verilen garanti rakamı 549 bin yolcuydu. Bu da yaklaşık %97’lik bir sapmaya işaret ediyor. Bu sapma, halkın vergileriyle özel şirkete 2,8 milyon euro ödenmesi anlamına geliyor. Yani vatandaş uçmasa da, uçak kalkmasa da, terminal boş kalsa da şirketin kazancı garanti altına alınmış.
BU SADECE ZAFER DEĞİL: DİĞER YİD PROJELERİNDE DE AYNI SİSTEM
Zafer Havalimanı, bir istisna değil. Türkiye’nin dört bir yanında benzer şekilde “garanti” yükü taşıyan projeler var:
Kuzey Marmara Otoyolu, Osmangazi Köprüsü, Avrasya Tüneli, 1915 Çanakkale Köprüsü gibi dev projelerde araç geçişi garanti edilmiş. Geçmeyen her araç için şirketin zararı devlet tarafından ödeniyor.
2023 yılında Osmangazi Köprüsü için garanti edilen araç sayısı tutturulamayınca 3,6 milyar TL devlet kasasından özel şirkete aktarıldı.
Avrasya Tüneli’nde 2022’de garanti edilen günlük 70 bin araç yerine 35-40 bin civarında araç geçişi oldu. Fatura yine Hazine’ye kesildi.
Şehir hastanelerinde, hasta garantili sistem işletiliyor. Hasta sayısı hedefin altında kalınca, işletmeci şirkete “hasta başı hizmet bedeli” adı altında ödeme yapılıyor.
Sağlık alanında ayrıca bina kira ödemeleri var. Yani devlet kendi hastanesinde kiracı konumunda.
YİD MODELİ: NEDEN ELEŞTİRİLİYOR?
Bu modelin savunucuları, devletin kaynak ayırmadan dev projeleri hayata geçirdiğini savunuyor. Ancak gerçek tablo şunu gösteriyor:
Kamu, düşük maliyetli bir hizmete karşılık çok daha yüksek bir ödeme yapıyor.
Risk tamamen kamuya ait. Yolcu, araç ya da hasta gelmezse faturayı devlet ödüyor.
Şeffaflık yok. Sözleşmeler kamuoyuna açıklanmıyor. Denetim mekanizmaları işlemiyor.
Uzun vadede maliyet, yatırımın birkaç katına çıkıyor.
Kaynak dağılımı adaletsiz. Bu paralar eğitim, tarım, sosyal destek gibi alanlarda kullanılabilecekken, özel şirketlerin kasasına akıyor.
HALK UÇMUYOR AMA PARASINI ÖDÜYOR
Zafer Havalimanı’na dönersek; hizmet alanı dar, nüfusu az, ulaşımı zor olan bir bölgede böyle bir havalimanı inşa etmek zaten başlı başına planlama hatası. Başlangıçta “bölgeyi kalkındıracak” söylemiyle yola çıkılan proje, bugün zararın sürekli hale geldiği, halkın sırtında bir kambura dönüşmüş durumda.
Üstelik bu zarar kalemi gizlenmiyor. Devletin resmi verileri ortada. Garanti tutmuyor ama ödeme yapılıyor. 157 ay boyunca “zarar ettiğini bile bile” bu sistemin devam etmesi, artık kamu yararının değil, sözleşmeye bağlanmış özel kazançların gözetildiğini açıkça ortaya koyuyor.
NE YAPILMALI? SOMUT ADIMLAR GEREK
Tüm garanti sözleşmeleri şeffaf bir biçimde kamuoyuna açılmalı.
Gerçekleşmeyen yolcu/araç/hasta sayısı varsa, bu farkın sorumluluğu da şirketle paylaşılmalı.
Yeni projelerde garanti sistemine son verilmeli veya daha gerçekçi hedeflerle sınırlanmalı.
Zarar eden projeler kamulaştırılarak kamu eliyle daha etkin ve ihtiyaca yönelik biçimde yönetilmeli.
Denetim kurumları siyasi baskıdan bağımsız çalışabilmeli. Sayıştay gibi kurumların raporları dikkate alınmalı.
SON SÖZ: BİR HAVALİMANI BİR ÜLKENİN VİCDANINI YANSITIR
Zafer Havalimanı’nın hikâyesi, yalnızca betondan bir terminalin hikâyesi değil. Bu, halktan alınan vergilerin yolcu olmayan bir havalimanına, araç geçmeyen bir köprüye, hasta gelmeyen bir hastaneye nasıl aktarıldığının öyküsüdür. Devletin asıl görevi bu paraları gerçekten ihtiyaç duyan vatandaşa yönlendirmektir. Bugünkü sistem ise “uçmayan yolcuya, geçmeyen arabaya” para veren, ama halkın gerçek taleplerini görmezden gelen bir yapıya dönüşmüş durumda.
Bu tablo sürdürülebilir değil. Hesap verme sorumluluğu olan herkesin, Zafer Havalimanı ve benzeri projelerle ilgili gerçekleri açıkça konuşması gerekiyor. Aksi halde bu zarar sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve demokrasi açısından da bir iflasa dönüşür.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar