İran ve İsrail arasındaki çatışmalar sonrasında ilan edilen kırılgan ateşkes, yüzeyde geçici bir sükûnet sağlasa da Orta Doğu’da barış hâlâ pamuk ipliğine bağlı. Bu durumun en doğrudan yansıdığı alan ise enerji piyasaları. Petrol fiyatları artmaya devam ediyor, çünkü piyasalar bu ateşkese güvenmiyor.
Küresel petrol fiyatlarındaki bu tırmanışın, enerjide dışa bağımlı olan Türkiye gibi ülkeler üzerindeki etkisi ise yalnızca bir maliyet artışı değil, sistemsel bir ekonomik baskı yaratıyor. Girdi maliyetlerinden enflasyona, cari açıktan hane halkı harcamalarına kadar uzanan geniş bir zinciri etkiliyor. Türkiye bu denklemde, jeopolitik risklere en açık, ekonomik dayanıklılığı en hassas ülkelerden biri konumunda.
1. ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIK: KÜRESEL DALGALANMA, DOĞRUDAN FİYAT ZAMMI
Türkiye yılda yaklaşık 50 milyar dolarlık enerji ithalatı yapıyor. Bu ithalatın büyük kısmı petrol ve doğalgazdan oluşuyor ve bu enerji kaynaklarının önemli bir bölümü Orta Doğu’dan geliyor. İran, Irak, Azerbaycan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden alınan petrol, Türkiye’nin enerji damarlarını besliyor.
Bu nedenle her çatışma, her yaptırım riski, her boğaz kapatma tehdidi ya da her füzeli görüntü, Türkiye’nin akaryakıt istasyonlarına ve elektrik faturalarına doğrudan zam olarak yansıyor.
Örneğin petrol fiyatlarının 10 dolar yükselmesi, Türkiye’nin yıllık enerji ithalat faturasını yaklaşık 4-5 milyar dolar artırıyor. Bu, döviz ihtiyacının büyümesi, cari açığın genişlemesi ve dış borç baskısının artması demek.
2. ENFLASYONA ÇİFT TARAFLI DARBE: GİRDİLER DE ARTIYOR, YAŞAM MALİYETİ DE
Enerji fiyatlarındaki artış Türkiye’de sadece pompaya değil, ekmekten otobüs biletine, sanayi üretiminden çiftçi maliyetlerine kadar her alana sirayet ediyor. Çünkü Türkiye’de ulaştırma, tarım ve sanayi, doğrudan akaryakıt ve elektrikle çalışıyor.
Akaryakıt zammı → nakliye artışı → ürün fiyatları artışı
Elektrik zammı → üretim artışı → hizmet ve mal fiyatlarında yükselme
Doğalgaz zammı → sanayi ve konut maliyetinde artış → ücret baskısı
Yani petrol fiyatlarındaki küresel bir yükseliş, Türkiye’de yalnızca pompaya yansımıyor. Halkın sofrasına, cebine ve moraline de doğrudan yansıyor. Bu da Türkiye’nin hâlihazırda kontrol altına almaya çalıştığı yüksek enflasyonun yeniden alevlenme riskini artırıyor.
3. DÖVİZ KURU VE CARİ AÇIK BASKISI: EKONOMİK KIRILGANLIK DERİNLEŞİYOR
Petrol fiyatlarının artması, Türkiye’nin enerjiye daha fazla döviz harcaması anlamına gelir. Bu hem cari açığın büyümesine hem de döviz rezervlerinin erimesine yol açar. Zaten son yıllarda yüksek dış ticaret açığıyla boğuşan Türkiye için bu tablo, Türk Lirası üzerinde yeni bir kur baskısı yaratabilir.
Bu baskı dövizi yükseltir, dövizle alınan her ürün (ilaç, teknoloji, tarım girdisi) zamlanır ve enflasyon kısır döngüsü yeniden başlar. Özetle: Petrol artışı sadece enerji maliyeti değil, aynı zamanda kur ve faiz denklemine de doğrudan darbe vurur.
4. MERKEZ BANKASI’NIN MANEVRA ALANI AZALIYOR
TCMB şu anda sıkı para politikasıyla enflasyonu kontrol altına almaya çalışıyor. Ancak dışsal şoklar, bu süreci zorlaştırıyor. Petrol fiyatlarının kalıcı şekilde yüksek seyretmesi durumunda, Merkez Bankası yeni faiz artışları yapmak zorunda kalabilir.
Bu da iç piyasada tüketimi baskılar, kredi faizlerini artırır, reel sektördeki toparlanmayı zorlaştırır. Yani petrol fiyatı Türkiye’de yalnızca enflasyonu değil, aynı zamanda büyümeyi de yavaşlatabilir.
5. TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİK AÇMAZI: DENGECİ POLİTİKALAR YETERLİ Mİ?
İran ile sınır komşusu olan Türkiye hem tarihsel hem de ekonomik olarak bu ülkeyle derin bağlara sahip. Öte yandan İsrail ile de son yıllarda normalleşme süreci yürütülüyor. Türkiye ayrıca NATO üyesi ve Batı ekseninde duruyor. Bu da Türkiye’yi Orta Doğu’da sık sık “denge unsuru” olmaya zorluyor.
Ancak denge siyaseti, enerji krizlerini engellemeye yetmiyor. Çünkü Türkiye enerji ithalatında bu ülkelere bağımlı olduğu sürece, savaşın bedelini siyasi olarak değil, ekonomik olarak ödüyor.
Ayrıca bölgesel istikrarsızlıklar, Türkiye’nin savunma harcamalarını artırıyor, mülteci baskısını büyütüyor ve dış yatırımcı gözünde ülkeyi “riskli coğrafya” olarak konumlandırıyor. Yani güvenlik riski, doğrudan ekonomik riskle birleşiyor.
6. TURİZM, İHRACAT VE YATIRIM ORTAMI: GÖLGEDE KALAN ETKİLER
Petrol fiyatlarındaki yükseliş, sadece enerji değil, turizm, ihracat ve doğrudan yatırımlar gibi Türkiye’nin kırılgan ama değerli kalemlerini de etkiliyor:
Turizm: Orta Doğu’da savaş riski arttıkça, Türkiye’ye yakınlığı nedeniyle turistler rotalarını değiştirebilir. Güvenlik algısı sarsılırsa, yaz sezonu olumsuz etkilenebilir.
İhracat: Petrol girdili üretim maliyetleri artarsa, ihracatçı firmalar dünya pazarında rekabet gücünü kaybedebilir.
Yatırımlar: Jeopolitik riskler yükseldikçe, yabancı sermaye Türkiye’ye daha temkinli yaklaşır. Döviz girişi azalır, borsa dalgalanır.
SONUÇ: PETROL FİYATI YÜKSELDİKÇE, TÜRKİYE’DE SADECE DEPO DEĞİL, EKONOMİNİN TEMEL DENGESİ SARSILIYOR
İran-İsrail hattında yaşanan her sıcak gelişme, aslında Türkiye ekonomisinin ne kadar dışa bağımlı ne kadar kırılgan bir yapıda olduğunu tekrar tekrar gözler önüne seriyor. Ateşkesin ne kadar sürdüğü değil, gerilimin ne kadar sürdüğü belirleyici olacak.
Türkiye için bu sürecin anlamı:
Enerji fiyatlarının daha uzun süre yüksek kalacağı,
Enflasyonla mücadelenin daha çetin geçeceği,
Döviz kurunun yeniden baskı altına gireceği,
Hane halkının harcamalarının daha da kısıtlanacağı bir dönem demektir.
Peki ne yapılabilir?
Türkiye’nin bu tarz dış şoklara karşı kırılganlığını azaltması için:
Yenilenebilir enerji yatırımlarına hız vermesi,
Enerji ithalatında kaynak çeşitlendirmesi yapması,
Enerji verimliliği politikalarını artırması,
Tarım, ulaştırma ve sanayide yerli üretimi desteklemesi gerekiyor.
Aksi halde her Orta Doğu krizinde, sadece sınırlarımızda değil, cebimizde de patlama etkisi yaşanır.